27 Temmuz 2012 Cuma

Kayıp Şehir (5)

5.Bölüm: Korku Şehri

(Not:Bu yazı, bir dizi hikaye olması sebebiyle, hikayeye 1. bölümden başlayıp dahil olmanızı tavsiye ederim...)

Yeni bir şehrin girişindeyim.Her hareketi yavaşlatılmış gibi en ince ayrıntısına kadar farkedebiliyorum.Kalbimin atış hızını bile derinden duyuyorum.Heyecan ile korku arasında kalmış, bir adım korku hissine daha yakın gibiyim.Alnımdan akan terlerin, kaşlarımdan süzülerek, yanaklarımı sıyırıp, çenemden yere doğru düşüşünü aralıksız kaydediyorum.Her geçen dakika, parça parça korkuya teslim oluyorum.Geri dönmeyi düşünüyorum bir ara.Korkuya karşı sırtımı dönmek daha da korkutuyor beni.Görmek,görememekten bir nebze daha cesur yapıyor belkide.

Şehir dışardan göründüğünden daha büyük.Sınırlarını gözle çizmek zor.Şehrin tam orta yerinde neredeyse şehrin yarısı kadar büyüklükte bir çukur var.Evler bu çukurun etrafında bir çember oluşturur gibi dizili halde yapılmışlar.Şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor.Ama tek bir yağmur tanesi yok, yere düşen.Bu şehrin insanlarının yüzündeki korku hissini farkedememek, neredeyse imkansız.

Şehrin içinde dolaşmaya başlıyorum.İlk planım kalacak bir yer bulmak.Yürürken, gözlerim kalacak bir mekan arıyor.İnsaların hepsi bu şehrin yabancısı olduğumu anlamış gibi beni süzüyorlar.Yabancılardan çekiniyor olmalılar.Hangi birine yanaşıp, selam verecek olsam,adımlarını benden uzaklaştırıyorlar.Onlar kaçtıkça, üzerlerine gitmek yerine, bende adım adım geri kaçıyorum.Kimseye danışmadan, yanlız başıma kalacak yeri aramaya başlıyorum.Bütün yapılar birbiri ardınca geldiği için gözden kaçırabileceğim bir ev neredeyse yok gibi.


Yirmi dakikalık yürüyüşün ardından gözüme bir "pansiyon" yazısı çarpıyor.Kapıyı çalıp, giriyorum.İçerde yaşlı bir amca yüzüme gülümsüyor.İlk defa bu şehirde biri korkmuyor!Ya da korkusunu gizlemeyi başarıyor.Selam verip amcanın yanına doğru iyice yaklaşıyorum.Amca ilk önce bana, "hoşgeldin evlat" diye karşılık veriyor.Yanına yaklaşınca yüzüme doğru dikkatlice bakıyor."Sende herkes gibi korkuyorsun evlat" diyor.

Amcaya kendimi tanıtıyorum önce.Ardından ismini soruyorum.Bütün baskın ses tonları ile cevaplıyor: "Cesur".Kalacak oda soruyorum.Bana yolu gösteriyor.Merdivenleri adım adım çıkarken,içimdeki ürpertinin artışı hissediyorum, iliklerime kadar.Merdiven koridoru sanki bu şehir ismine özel yapılmış gibi,ürpertici tablolar asılı.Kalacağım odanın kapısına yaklaşıyorum.Kapı yavaşça açılıyor...

Bir aslan kafesi duruyor karşımda.Ellerim arkadan,sıkıca bağlanmış halde, sağımda ve solumda iki adam omuzlarımdan tutuyorlar beni.Bir kadın tüm çirkinliği ile gülümserken, kafesin kapısını açıyor yavaşça.İki adam zorla içeri doğru götürüyorlar.Kafesin içindeki aslan avını bekler gibi kükrüyor.İki adam kafesin içine doğru ittiriyorlar beni ve çirkin kadın kafesin kapısını kapıyor üzerime.Her şeye rağmen cesur olmaya çalışıyorum.Demir parmaklıkların ardından yüzümü, beni kafese sürükleyen adamlara ve ona yardım eden çirkin kadına karşı dönüyorum.Yüzümdeki korku ifadesini görememek sinirlenmelerine sebep olmuş gibi.Yüzleri bu duyguyu açıkça ele veriyor.Arkamdan omzuma doğru bir pençe hissediyorum...

Cesur amca "evet evlat burası kalacağın oda" diyerek, omzuma dokunuyor.Teşekkür edip içeri giriyorum.Yarım saat istirahat edip, tüm gücümü toparlıyorum.Hemen ardından odandan çıkıp korku tüneli gibi olan merdivenlerden aşağıya Cesur amcanın yanına varıyorum.

Sohbetimizin yarıda kaldığını Cesur amca da biliyor gibi,"gel evlat konuşalım,merak ettiğin soruların var gibi" diyerek içimi okuyor adeta.Söz sırası bende olmasına rağmen Cesur amca tekrardan söze giriyor."Buraya senin gibi gelen yabancılar tanıdım.Hepsinin uğradığı tek pansiyondur burası.Buranın insanları korkuyor evladım.Bir zamanlar benimde korktuğum gibi...".Söz sırası şimdi bana geçiyor,"Korkunun sebebi nedir?"diye atılıyorum.

Uzunca bir sessizlik hakim sürüyor.Cesur adamın konuşmasını bekliyorum.O geçmişe dönmüş gibi içinde yaşadığı duyguları canlandırıyor.Bunu acıyı ve sevinci yaşar gibi farklı mimik hareketlerinden çıkartıyorum.Ardından yüzüme bakıp konuşmaya hikayeyi anlatmaya başlıyor:

"Burası korku şehri evladım.Burdaki bütün insanlar korku ile yaşarlar.Korkunun nedenini kimse tam olarak söyleyemiyor.Sadece,şehrin ortasında büyük bir boşluk var,senin de gördüğün.Bu uçsuz bucaksız derinlikte çukurun korkunun nedeni olduğu dillerde dolaşıyor.Bende buna inanıyorum evlat.Bu şehirde, benim gibi korkusunu yenen insanlara cesur ismi veriliyor.Ve her Cesur, bu çukurun içine doğru gidip bir daha gelmiyor.Tabi senelerdir benden sonra yeni bir Cesur da çıkmadı.Ben bu şehrin son Cesur adamıyım".

"Peki ya sen amca,sen niye gitmedin?"diye soruyorum.Heyecandan sorduğum sorudaki kelime dizilişlerinin farkına yeni varıyorum.Kurduğum cümle sebebiyle kızarmaya doğru başlıyorum.Ama,Cesur umursamadan devam ediyor konuşmaya:"Bir zamanlar kalbimin yarısı dediğim bir kraliçem vardı.Cesur ismini hak ettiğim zaman,O çukura gitme heyecanıyla tutuşurken,kraliçem gitmemem için bütün çabasını harcadı.En son gideceğim gün korkusuna yenik düştü.O günden sonra Cesur ismini alıp, o boşluğa gitmeyen tek kişiyim.Hala merakım var.Her gün beni oraya çağıran bir güç var.Ama burda kaybettiğim kraliçemin gücü kadar değil".

Dünya yaşamında sahip olunabilecek bir çok güç vardır;para gücü, kuvvetli bir vücut gücü,bilgi gücü.Ama ilk defa farkettiğim yeni bir gücün etkisine girmiştim o an: Sevgi gücü.Aklıma kararsızlar şehrinde bıraktığım Beyazım geldi.Beni o şehirde o kadar süre tutan da sevgi gücü değil miydi? Sevgi de diğer güçler kadar güçlüydü,belkide en güçlüsü...

Cesur amca sırtımı sıvazlayıp,"Belki on seneden fazla bir zaman sonra, ilk defa Cesur ismini alacak,benden sonra birini görüyorum.Yüzündeki korku ifadesi silinmiş.Artık,sende Cesursun.İçinde bir merak oluşmuş olmalı.Seni tutacak kimse yoksa, sende diğer cesurlar gibi gideceksin o boşluğa.Umarım gittiğiniz yer iyi bir yerdir evladım"

Son cümlesini tamamlayan Cesur amcanın, söylediklerini düşünmeye başladım.Evet gerçektende o boşluk,belki aradığım kayıp şehrin olduğu yere gidiyordu,belki de derin bir uçuruma.Ama merakım çok ağır basıyordu.Ne olursa olsun gidecektim.Ben bir kayıp Şehir yolcusuydum çünkü...Ve hala o şehir benim için kayıptı.


5. Bölüm Sonu






19 Temmuz 2012 Perşembe

Kayıp Şehir (4)

4.Bölüm : Kararsız Bir Veda

(HiD'den bir not: Bu yazı bir "dizi hikaye" olması sebebiyle hiç okumayanlar 1. 2. ve 3. bölümleri ile hikayeye dahil olabilirler.)


Yirmi gündür bu şehirdeyim.Kararsız insanlarım,ruhumda yarattığı derin çukurları kapama zamanı geldi.Bu şehirde biraz daha kalırsam, binbir parçaya ayrılacağım.Her bir parçam da ayrı bir yönetim kuracak. Ne kadar da yorucu bu şehir,bu şehrin insanları ve kararsızlık.Artık bu şehirden ayrılma zamanı...Artık özüme dönme, yola koyulma zamanı...

Aklım, bu küçük şehirde gördüğüm saf beyazımda kaldı.Beni bu şehirde bu kadar zaman tutan da o saf güzellik.Gece ve gündüz onu düşündüm, onu aradım...Küçük bir şehir burası. Bir çok insana gördüğüm bu ışıltıyı sordum.Her sorduğum yüzde, sadece bir karanlık gördüm.Ne bir ses ne bir haber...Nerede acaba ?Yoksa bana bir hayal ürünü müydü ?Aklımın kalbime oynadığı bir oyun muydu? Bilemiyorum...Bulamıyorum...

Bu şehre veda ederken, yirmi günde tanıdığım yirmi kişilik bir kafile beni uğurluyor.Şehrin içinde mi? dışında mı ? uğurlayacaklarına karar veremiyorlar her zamanki gibi...Müdahale ediyorum "Giden benim, kalan siz.O zaman  içerde olmanızı daha çok arzu ederim.Sizi bu şehirle hatırlamak daha güzel..."diye.Bu kadar kısa sürede ve böyle bir şehirde, tanıdığım yirmi güzel insana veda ediyorum.Birde tek bir bakışı ile beni benden alan o saf güzelliğe...

"Allahaısmarladık" sözüyle şehrin çıkışına doğru harekete geçiyorum.Küçük prens ve  prenses bana ince sesleriyle "güle güle,güle güle..." diye bağırıyorlar.Ah şu şirin ikizler.Ne tatlı arkadaşlarım, kardeşlerim olmuştu bu şehirde.Hepsini özleyeceğim.Artık, bu şehirde bir parça özlem bırakarak yola koyuluyorum.

Nihayet yanlız kaldım.Bazen yanlızlığı o kadar seviyorum ki... Tabi, bazen ...İnsan konuşmayı seven bir varlık.Tanıdık birini görsek bir gülümseme beliriyor : gözlerde ışıltı ve dudaklarda bir yay... Hemen ardından sohbete başlıyoruz.Nefes almadan aralıksız bir sohbete...Ama insan en az kendiyle konuşuyor.Bu sebeple kendinden bi haber kalıyor.Belki de en az kendisiyle konuşan kararsızlar şehrinin insanlarıydı (?) Bir karar almak için önce kendini dinlemelisin. İşte şimdi kendimi dinleme zamanı...

İçerdeki ben ,benimle konuşmuyor. Bağırıyor adeta.Beni özlemiş anlaşılan ve bende onu tabi.Şimdi gözlerimin seçtiği bir noktaya bakıyorum.Soruyorum içerdekine yeni hedefimiz gözlerimin gördüğü şu güzel tepe noktası olsun mu? içerdeki konuşuyor "gidelim".

Hava sıcak.Yavaş yavaş adımlarla yürüyorum.Arabanın bir devri vardır.Eğer belli bir hızla giderseniz elinizde olan yakıtla daha çok yol gidersiniz.Eğer hız yaparsanız yada dur , kalk yaparsanız aynı yakıtla çok daha az yol gidersiniz.Bende bir araba gibi, enerjimi en uygun seviyede tutmaya çalışıyorum.Kendim için uygun devirde gidiyorum.Zaman ilerliyor, hızımın arttığını "içerdeki ben" bir polis edasıyla söyleniyor.O an ne kadar hızlandığımı farkediyorum. Ve enerjimin tükendiğini...

Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor.Çevrede gözüme kestirdiğim en büyük ağacın altında konaklamaya karar veriyorum.Yorgunluk öylesine şiddetli ki açık tutmaya çalıştığım göz kapaklarım düşüyor yavaşça.Gücümün son noktasında gibiyim.

Derin bir kurt uluması duyuyorum aniden.Korku düşüyor içime.Enerjim tekrardan geri gelmiş gibi bakıyorum etrafıma.Gece, kör edecek derecede karanlık, hiç bir şeyi tam seçemiyorum.Korku ,öylesine hakim olmalı ki,  hareket alanım daralmış gibi ayrılmak istesemde, uzaklaşamıyorum buradan.Gözüme kestirdiğim bir sopa duruyor karşımda hemen eğilip alıyorum.Bu sırada gözlerimle etrafı tarıyorum.Kurt ulumaları artıyor.Seslerde her geçen dakika şiddetini arttırıyor.

Tam karşımda bir kurt duruyor.Sopaya sıkı sıkı sarılıyorum.Atağa geçmek niyetinde değilim.Savunma pozisyonunda gardımı alıyorum.Bir derin korku olsa da içimde belli etmemeye çalışıyorum.Kurt bir adım bana yaklaşıyor ve duruyor.O da benim kadar tedbirli hareket ediyor.Bir müddet bakışmalar sürüyor.Ardından kurt, kafasını kaldırıp ulumaya başlıyor.Ardından tekrar bakışmaya başlıyoruz.Kurt dişlerini gösteriyor.Bende aynı hareketle dişlerimi sıkıca gösteriyorum.Belki pes edip kaçar diye düşünüyorum,restine rest!

Bir kaç dakika sonra, kurtun arkasındaki karanlıktan, bir hareketlenme sesleri geliyor.Dikkat kesilmiş halde bekliyorum.Korku, yerini umut hissine bırakıyor ilk başta.Görüş alanıma giriyorlar yavaşça...Yaklaşık on iki kurt daha, perdenin arkasından çıkar gibi karanlığın arkasından çıkıyorlar.İşte şuanda korku tavan yapmış halde.Zaten hareketlerimde bir yavaşlama olduğunu sezinliyorum.Bu kadar kurt sürüsüne karşı baş edebilir miyim?

Hepsi bana dikkat kesilmiş halde bakıyorlar.Ve tabi bende onların her birini dikkatlice süzüyorum.Sopayı sıkmaktan, ellerim de ağırmaya başlamış durumda.En öndeki kurt atağa geçiyor hemen ardından bir koyun sürüsü gibi bütün kurtlar saldırıya geçiyorlar.Elimdeki sopayı ilk gelen kurt un kafasına geçiriyorum ve kurt sendeleyerek yana savruluyor. Hemen ardından gelen, azını açmış kurtun, azından içeri sopayı sokuyorum. Hayvan, azında sopayla geri geri kaçmaya başlıyor.Diğer gelenlere karşı savunmasızca ayağımı savuruyorum.Bir kurt ayağımı yakalıyor.Bir diğeri elimi dişlerinin arasına geçirmiş halde.Ve bir diğeri boynuma doğru hareket yapıyor...

Gözlerim açılıyor bir anda.Hemen ardından, hiç beklemeden, sırt üstü uzanmış vaziyetten, doğruluyorum.Bir gözüm güneş ışınlarını kesiyor.Diğer gözüm, ağacın yaprakları sayesinde gölgede kalmış halde.Beynimin içinde, kısa süreli bir sinyal alışverişi sonrasında yaşadığımın bir gerçek değil,gördüğüm bir rüya olduğunu kabul ediyorum.Sabah olmuş.Ayaklarım, ellerim ve boynum sivri ısırığı kaynıyor.Bu beyin ne kadar garip çalışıyor.Öyle değil mi? Sivri ısırığını, rüyamda kurt ısırığına çevirdi.Gülümsüyorum...

Varış için seçtiğim nokta çok yakın bir an önce gitmek istiyorum.Ama ondan önce ağaç altında,hafif serin esen rüzgarla birlikte kahvaltı yapasım var.Genelde kabul edilen üç öğün yemek zamanı vardır:sabah,öğle ve akşam.Ben en çok kahvaltı yapmayı seviyorum.Hele böylesi güzel bir ortamda, aheste aheste kahvaltımı yapıyorum.Şuan o kadar güzel ki burda bir gün daha geçirebilirim.İçerdeki ben müdahale ediyor:" Ya aradığın kayıp şehir ne olacak!"O anda irkiliyorum.Etrafı toplayıp hemen yoluma kaldığım yerden devam ediyorum.

Sabahın erken saatlerinde yolda olmak gibisi yok.Yürümeye devam ediyorum.On dakikalık bir yürüyüşün ardından tiz sesli bir kurt uluması duyuyorum.Dün gece rüyamda olan korkuya teslim oluyorum bir an.

Önce karanlık sonra beyaz bir parıltı oluşuyor.Bir arabanın içindeyim.Direksiyonda yüzü maskeli biri duruyor ben hemen yan koltuğunda oturuyorum.Arka koltukta iki kişi daha var ve onların yüzleride maskeli.Bir an kendi yüzüme dokunuyorum benimde bir maskem var...

Siren sesleri duyuyorum.Arkamızda bir polis arabası var.Dördümüzde de endişe hakim.Yüzlerde maske olduğu için yüzlerden değil davranışlarımızdan anımsıyabiliyorum.Arkadan ateş açılıyor.Kurşunlar her geçen dakika sıklaşıyor.Biz kaçıyoruz, polisler kovalıyor.Lastiğe tam isabetli bir atış yiyoruz.Bir "bummm" sesi geliyor.Sesle birlikte içinde bulunduğumuz araba takla atıyor.Dört kaçak ters dönen arabanın camlarını kırıp içinden çıkıyoruz.Yayan olarak kaçmaya devam ediyoruz.Polisin biri ,megafondan bağırıyor "teslim olun,yoksa ateş açacağız"diye.Kaçış ve kovalamaca devam ederken dört kafadar azalmaya başlıyoruz sırayla.En son arkamı döndüğüm zaman 3 arkadaşın yerde uzandığını görüyorum.Ellerimi havaya kaldırıyorum yavaşça, tek suçlu kalkmak daha da çok korkutuyor beni.O anda bir kurşun görüyorum yavaş çekimle geliyor üzerime doğru.Kıpırdamadan bekliyorum.Hedef alnımın ortası...Karanlık...

Ne kadar sık hayal görmeye başladığımı henüz farkedemiyorum.Korku içime işlemiş resmen.Bir kurt görüş alanıma giriyor.Hemen en yakındaki sopaya sarılıyorum.Ama o da ne! yavru bir kurt.Yolunu kaybetmiş olmalı.Çok yorgun ve çelimsiz duruyor.Hemen bir parça ekmek ve su veriyorum.Ufaklık kendine geliyor yavaşça.Bir yol arkadaşım olabilirdi. Ama bir annesi olduğunu düşününce yanımda gelmesin diye kovalıyorum.İnsansız değilim elbette, bir miktar ekmek bırakıyorum.Giderken sesleniyorum "Hoşçakal ufaklık".

Nihayet varmak istediğim noktaya, dağın yamacına ulaştım.Dağın hemen ardından uzanan çok dik bir yol olduğunu farkediyorum.Dağın yamacından bakınca geniş, düzlük bir ova ve kalabalık bir şehir görüyorum.Hızlı adımlarla dağın yamacındaki dik yolun üzerinden şehre doğru hareket ediyorum.Bir yanım heyecanı yaşarken, diğer yanım bende olan bir duyguyu ortaya çıkarıyor;Yükseklik korkusunu...


4.Bölüm Sonu

17 Temmuz 2012 Salı

HiD'in Blogunu izleyen ülkeler...


Ülkelere Göre Sayfa Görünümleri
Blog görüntüleyen kişiler arasında en popüler ülkelerin grafiği
EntrySayfa görüntüleme
Türkiye
144
Amerika Birleşik Devletleri
40
Almanya
16
Rusya
7
Birleşik Krallık
2

13 Temmuz 2012 Cuma

Kayıp Şehir (3)


3.Bölüm: Kararsızlar Şehrine Giriş

(HiD'den bir NoT:Bu yazı,bir "dizi hikaye" olması sebebiyle hiç okumayanlar 1. ve 2. bölümü ile hikayeye dahil olmalarını tavsiye ederim)



Yavaşça göz kapaklarım açılıyor.Gözümün gördüğü başka bir çift göz bana bakıyor.Hayır hayır bir değil, iki çift göz bana bakıyor.Sanırım üçüncü çift gözü de gördüm ve artarak çoğalıyorlar.Aklıma biyoloji dersinden kalan mitoz ve mayoz bölünmeler geliyor.Ne kadar da hızlı çoğalıyorlar öyle...Dört ,beş,en son altı çift göz bana, şaşkın halde bakıyorlar.

Bu arada kendimi sorgu odasında bir sandalyede hayal ediyorum.Simsiyah karanlık bir oda, başımda sallanan bir lamba ve karşımda duran bir adam,kızgın bir yüz ifadesiyle, bana soruyor "nerdesin?".Ardından sorular devam ediyor bir başkası tarafından "adın ne?" ve ardından bir başkası daha "buraya nasıl geldin?".Ne cevap vereceğimi bilemez haldeyim.Çünkü cevaplara dair, bir ipucu dahi yok belleğimde...

Karanlık gitgide açılarak altı çift göze teslim ediyor mekanı.Görüntünün ardından sesler de gelmeye başlıyor.İçlerinden biri "merhaba",sonra "iyi misin" dediğini önce dudaklarından okuyorum. Ardından kulaklarım, bu göz okumasının sağlamasını yapar gibi duyuyor söylenenleri.Gitgide daha iyi duyuyorum...

Doğrulmaya başladığım anda,aklım sorgu odasında sorulan soruların cevaplarını aramak için geçmişe dönmeye çalışıyor.En son hatırladığım "KARARSIZLAR ŞEHRİNE HOŞGELDİNİZ" yazısı.Peki ya sonrasında ne oldu?

Tam anlamıyla kendime geldim nihayet.Bir evde misafir olduğumu ve şehre girişimden sonra neler olduğunu; bir akşam yemeği masasında, bu altı çift gözlü aileden dinliyorum.Yorgunluk ve açlıktan bayılmışım.

Bu ailede bir gariplik hissediyorum.Aynı bu şehre doğru yola çıkarken hissettiğim duygu gibi...Bir anne, bir baba ve iki tane ikizlerden oluşuyor.Sanki şehir ismi gibi  kararsızlık kokuyor.Her ikiz, bir erkek ve bir kız.Sanki karar veremişler gibi...Aynı bu şehir gibi...

Bir gece daha misafir kalıyorum bu evde.Ertesi sabah yola çıkıyorum.Öncelikle kalabalık pazar yerini kestiriyor gözlerim.Uzun zaman yanlızlıktan sonra, kalabalığa hasret çeker gibi düşünmeden hareket ediyorum.Etraf çok kalabalık ;büyükler kıran kırana pazarlık peşinde,yaşlılar huysuz ve kavgacılar yine,çocuklar da bir koşturmacanın peşinde ve bebekler tüm masumiyetiyle, onlarda annelerinin kucaklarında.

Kalabalığı, bir su tanesi gibi boş bulduğum yerlere doğru, sıvışarak ilerliyorum.Bir süre sonra kulak misafiri oluyorum elma tezgahının başındaki bir pazarlığa.Neredeyse bu sıkı pazarlığa on dakikadır devam ediyorlar. En sonunda dayanamayıp müdahale ediyorum.İki tarafıda üzmeden , orta yolu olduğunu hesapladığım bir miktar üzerinden taraflara fiyatı sunuyorum.

Bir karartı siyah yapıyor etrafı ardından bir tiyatro perdesi açılıyor.Ve ben bir mahkeme salonunda buluyorum kendimi.Hakim "karar" diyip ayağa kaldırıyor bütün salonu.Üzerimde avukat kıyafeti ile suçluyu savunuyorum.Salonda derin bir sessizlik...Hakim zalimce yüzüme bakıyor,kararı açıklarken:"Suçlunun idamına ve avukatının da önce işkence edilip ardından idamına karar verilmiştir" diye karar açıklıyor.Şaşırmış haldeyim. Dünyanın hangi yerinde bir avukat savunduğu müvekkilinden dolayı daha zalimce ceza almış acaba?
Karar açıklanır açıklanmaz ,sinyallerin beynime gidişi ve beynimin karar alması ve sinyallerin söz olup dudaklarıma ulaşmasını hissediyorum.Bir anda hakime bağrıyorum:"itiraz ediyoruuuu..."

Cümlem yarım kalıyor.Bir videonun geri alınması gibi başa sarılıyor olaylar .Hakimin kararı açıklaması,bana bakışı,tiyatro salonunda etrafa bakışım ve perdenin kapanmasıyla ışıkların açılması...Tekrardan pazar yerindeyim.Her iki tarafta birbirlerini yemeyi bırakıp sözlerini benim üzerime savuruyorlar.Ben nerden bulaştım ki bu işe? Kızıyorum kendime...

Tam bu curcunanın içinde,gözüme bir parıltı, bir beyaz çarpıyor.O kadar saf ve temiz ki gözümü alamıyorum bu ışıltıdan...Bütün konuşmalar bitiyor.Sadece insanların mimiklerini anımsayabiliyorum.Hatta bu saf güzelliğe odaklanmış halde iken herkes buğulanmış halde.Ben, bir buz parçası gibi tutulmuş halde duruyorum.

Buz çözülmeye başlıyor.Beynime gidecek sinyaller yönünü şaşırmış gibi kalbime doğru hareket ediyor.Düşünemiyorum artık.Kalbim bütün bedenime darbe yapıp yönetimi ele geçirmiş gibi.kalbim emir veriyor ayaklarıma: koş!

Koşmaya başladığım anda yeni bir perde aralanıyor.Ben bir maraton koşucusuyum.Başlama çizgisinde yedi rakibimle birlikte hakemin işaretini bekliyoruz.Beklenen işaret geliyor.sekiz sporcu aynı anda koşmaya başlıyoruz. İlk yüz metre düz koşunun ardından ellişer metre arayla dizilmiş engellerin üzerinden atlayarak tüm tüm sınırları zorluyoruz.Seyircilerde inanılmaz bir çoşku ile beni destekliyorlar."Şampiyon HiD" diye tezahuratları duyuyorum.Önceki sene kırdığım dünya rekorunu yenileme gayretinde tüm gücümle koşuyorum.Son yüz metreye yarım metre farkla giriyorum.Çoşku tavan yapmış halde.Son on metre kala bir ayağım diğerine takıyor.Düşme noktasındayım artık.Son üç saniye sanki bir ömür gibi geçiyor yavaşça ağır ağır.Ellerim yavaşça yere doğru koruma pozisyonu almış halde.Perde kapanıyor ve ben tekrardan pazar yerinde gözlerimi açıyorum.

Artık sahiplenmişim gibi gördüğüm bu parıltıya "beyazım" diyorum içimden.Çok hızlı adımlarla ve insanların arasından öyle sıyrılarak geçiyor ki hayrete düşüyorum.Gözlerim ona kilitlenmiş halde, ayaklarım ise ona ulaşmaya çalışıyor.Köşeyi dönerken görüyorum en son halini.Tüm gücümle koşarken insanlara çarparak ilerliyorum.Arkamdan bana bağırışları ve hakaretleri duyuyorum, ama umursamıyorum.Tek düşündüğüm Beyazım'ı yakalamak.

Nihayet köşeye yaklaştım.Döndüğüm anda bir yol ayrımında buluyorum kendimi.Bu şehirde her zaman olduğu gibi iki seçenek,iki yol sunuyor bana.Bu sefer düşünmeden bir yola giriyorum.On dakika kadar  koştuktan sonra bir yol ayrımında daha buluyorum kendimi.Bu sefer, kısa süreli tereddütün ardından, birini seçip koşmaya devam ediyorum.Beş dakika sonra bir yol ayrımı daha...

Ve yedinci yol ayrımını da düşünmeden seçtiğim bir yoldan tüm gücümle koşamaya devam ediyorum.Bir an duraksıyorum.Etrafıma bakındığım anda başladığım noktada olduğumu farkediyorum.Bir anda olduğum yerde   duruyorum. Hayatımda kendimi bu kadar çaresiz hissettiğim bir an daha olmamıştı.Hızlı hızlı nefes alıp verirken kendimi sırtüstü yere bırakıyorum.Tepemde güneş,kalbimde çığlık, aklımda durgunluk ile içimdeki sessizliğe gömülüyorum.


3. Bölüm Sonu





12 Temmuz 2012 Perşembe

Günün sözü geliyor...

Affetmek ve unutmak  iyi insanların intikamıdır.


Duygu ve düşüncelerinizi yorum kısmına yapabilirsiniz...


Not: Önceden sadece google+ üyeleri yorum yapabiliyordu... şimdi herkese açmış bulundum,yorum yapın diye...  ;)

6 Temmuz 2012 Cuma

Kayıp Şehir (2)

2. Bölüm : Bir Şehir Bir Karar.

Uzun zamandır yoldayım.Yürüdüm,yürüyorum,daha da yürüyeceğim gibi...Vücudum, ringde yere serilmiş bir boksör gibi dermansız kalmış halde.Ayaklarım da ise tarif edilemez bir hissizlik var. Sanki narkoz verilmiş gibi... Güneş ise hala gülümsüyor tüm neşesiyle,o kadar samimi ki, o samimiyeti ısıtıyor bütün bedenimi ve bedenim artık kaynama noktasına gelmiş vaziyette :) Bütün bu zorluklara rağmen içimdeki arayış beni durdurulamaz yapmış sanki.Yürüyorum ,yürüyorum...

Yoluma devam ederken, biraz kendimden bahsedeyim istiyorum müsadenizle: Bir zaman , bir göl kenarında suya baktığımda, suyun bana gösterdiği simayı betimleyeyim. Esmer mi derler ? bilmem ama, kara kaşlı kara gözlü (kahve rengiye de çalıyor azcık gözler dikkatli bakmak lazım tabii :) ve kara saçlı bir çocuğum(bazıları genç diyorlar). Küçükken sarışın olduğumu söylerdi annem. Bunun adı mutasyon değilse adını siz koyun.Ben bulamadım.İsmimi merak edenler olabilir.Ben de tam olarak bilemiyorum. Huysuz İnatçı Deli , Hayalci İnsancıl Doğru,Haylaz İyimser Duygulu gibi sıfat görünümlü üçlemeli isimlerim olarak, farklı söylemler dolaşıyor dillerde. Siz kısaca bana HiD diyebilirsiniz yorulmadan ;)

Ve nihayet bir şehir görüyorum.Kalabalık bir şehir..Acaba serap mı görüyorum yorgunluktan? Aklımın başında olup olmadığını anlamak için dilimi ısırıyorum.Birden beynimde bir şarkı çalıyor Göksel'den Acıyor acıyor...Sanırım dilimi fazla ısırmışım .Neyse ki bir rüyada değilim. Sevinç ve acı iç içe birbirini kucalıklıyor.

Biraz daha yürüdükten sonra, eksi bir tabela 2 seçenek sunuyor bana.İki yön var.İki seçenek de aynı yere varıyor: "Şehr-i Karar" .Artık şehir çok yakın. Bir yol seçip, seyahatimin ilk durağı olan şehre varmama çok az kaldı.İçimde garip bir mutluluk rüzgarı esiyor ve serinletiyor beni...

Artık bir yolu seçmek üzereyim, ama hangisini? Önce sağ yoldan adım atarken, diğer yoldan gitmemekle neler kaybedebileceğim geçiyor aklımdan.Vazgeçip sol yola ilk adımımı atıyorum.Bu sefer ilk seçimimin ne kadar isabetli olabileceğini düşünüyorum.Ya ilk tercihim doğruysa?Aklım karışmış durumda.Böylesine basit bir seçimin neden bu kadar zorladığını da anlayabilmiş değilim.Şimdi iki yolun başında bir heykel gibi dikilmiş bekliyorum.

Zaman hızla ilerliyor... İki yolun başında bekleyeli bir saatten fazla oldu.Ayaklarım bir an önce gitmek istiyor.Aklım,ayaklarımın şartellerini kapatmış,bütün gücünü kesmiş gibi engel oluyor bu isteğe.Sonunda bir karar vermek yerine rüzgarın akışına bırakıyorum kendimi.Önce sağ yola sonra sol yola savrularak yola koyuluyorum.Rüzgar nasıl eserse ben o yöne gidiyorum.

Şehrin giriş tabelasını görüyorum.Büyük ve siyah yazı ile "KARASIZLAR ŞEHRİNE HOŞGELDİNİZ" yazıyor.Sanırım, şehrin büyüsü, hedefimi belirlememle birlikte etkisi altına almış beni.İçimdeki "ben" den biri bana sesleniyor "her şey yeni başlıyor".

2.Bölüm Sonu