M.Ö. 10 000
Yeni bir gün başlıyordu.Güneş dağların arkasından yavaş yavaş tepeye doğru tırmanışa başlamıştı.Herkes erkenden çalışmaya başlamıştı.Bu kabiledeki herkesin bir görevi, bir rolü vardı.Kimisi koyun postundan elbise dikiyordu,kimisi meyve topluyor, kimisi balık avlıyordu.Bir kısım insanlar da pratik çözümler geliştiren mühendislik öğrencileriydi.Genç mühendisler için bir mağrada "İt ve Kak " adında bir üniversite kurulmuştu.Yazılar oyma ile yazılacağı için çok uzun yazmak yerine baş harfler seçilerek "ikü" yazılmıştı.
Kurulan bu eğitim mağarasında kendine güvenen bir kaç genç mühendis kayıt yaptırmıştı.Kayıt yaptıran öğrencileri kısaca tanıyacak olursak:
İlk kayıt yaptıran öğrencinin adı "Han" idi.Namı büyük bir mühendisti.Bir çok kişi onu canlı görememişti.Han'ı tanımayanlar, tanıyanlara onu sorduklarında, tanıyanlar parmakları ile göstererek "O Han" derlerdi.
Hemen ardından diğer meşhur mühendis "Ra" kayıt yaptırmıştı.Bir çok mühendis ilk buluşuyla birlikte ismi söylenirdi. Ra'nın ilk buluşu küp idi.O yüzden KüpRa olarak çağrılırdı.Zaman içinde kabilenin dayısı fıstıkçı şahap Ra'nın adını kalıcı olarak belirledi "Kübra"
Diğer mühendisin adı "Ha" idi. Bir çok insan onu eşşek gibi kullanırdı :) onu Al Ha... şunu Al HA... bunu Al Ha...Artık İsmine yapışmıştı bu ek AlHa...Mahallenin amcası TiviT müdahale ederek nihai ismi belirlemişti Ha için "Talha"
Ve bir başka mühendis "Le". Çok değişik tasarımlı kıyafet seçiminden dolayı parmakla şu "Le" diye gösterilirdi.Kulaklarda kalan ismi okulun kayıt defterinde kendi yerini alıyordu "Şule" olarak.
Bir başka mühendis "Va" idi.Va hayvanları severdi ama aynı zamanda deneylerde hayvanların kullanılmasını da destekleyen tek hayvan severdi :) Küçük bir köpeği vardı ve onun üzerinde frizbi yakalama deneyi yapardı.Küçük sevimli köpek sahibi Va ya seslenildiği zaman HAVlamaya başlardı.Bu ses karışımı sebebiyle Va'nın adı "Havva" olarak bilinir olmuştu.
Son mühendisin adı "LiL" idi.Kendisine soru soranlara karşı verdiği cevaplar hep şaşırtıcı olurdu.Bir çok insan Lil in cevapları için ağzı açık olarak Haa derdi.Zaman içinde "Lil"in adıda "ha" ile bütünleşip "Halil "olmuştu
Zaman ilerlemiş ve proje tanıtım günleri başlamıştı.Genç mühendisler ilk projeleri ile halktan not alacaklardı.İlk projenin sahibi Ohan'dı.Ohan tahtadan yaptığı T-Pad ile herkesi büyülemişti.Yaptığı bu alet ile taş devrini kapayıp T-pad devrini açıyordu.
Kübra ise dünyada bir çığır açarak akıl küpü ismini verdiği oyunu icat etmişti.O nasıl bir oyundu öyle bütün herkesin elinde bu küp vardı artık.Çok az kişi her yüzeyde bir renk olacak şekilde tamamlayabilmişti bu oyunu.Kübra herkes tarafından sevilen bir mühendis olmayı başarmıştı.
Mühendis Talha'nın olaylara bakışı çok farklıydı.Kostüm icadını gerçekleştirmişti.Noel baba ismini verdiği bir kıyafetle birlikte, asırlar sonrasında dahi bir efsane olarak anılacaktı.En meşhur kostümlerinden biride eşşek kulaklı olanıydı.
Şule mühendis, online alışveriş yapma fikri üzerine bir çok çalışması vardı. Akasyadan bilgisayar,çam ağacından kredi kartı yapmıştı,organize ettiği bir grup kişiyi elden ele gönderecek şekilde bir kargo ağıda kurmuştu.Namı hiç bitmeyecek olan bir mühendisti.
Havva ile Halil ise sıfır(0) ı bulmuşlardı.Halkın büyük çoğunluğu bu buluşları sebebiyle bu iki genç mühendisi "yuh"luyorlardı.Sıfırın hayattaki değerini henüz o gün anlayamamışlardı çağın insanları.Ama ilerde çok büyük bir buluş olarak rahmetle anılacaktı bu iki isim....
Havva ile Halil bütün dışlanmalara rağmen projelerini geliştirmeye devam etmişlerdi.Sıfır sayesinde önce tekerleği bulmuşlardı hemen ardından tekerleği kullanacakları bir araç yaptılar.Aracın adını FeRRo koymuşlardı.Birçok kişi bu icadı anlamamışlardı Taki onlar(H&H) el sallarken FeRRolarıyla uzaklaşıp gözden kaybolana kadar...
TARİH Bu genç mühendislerin yaptığı çalışmalar sayesinde bugünkü teknolojiyi yakalamıştır.Üstadlarımızı rahmetle anıyor,yeni mühendislere de atalarını örnek alacak şekilde başarılar diliyoruz.
NOT1 : (Bu yazıda Havva ya aldırdığım sıfırdan dolayı özür hikayesi olarak yazardan torpillidir)
NoT2: Yorum yapmayı ihmal etmeyiniz :) Birde sonraki bölümlerde yer almak isteyen olursa yorum kısmında hikayede olmak istediğini belirtmeyi unutmasın
Hoşçakalın :)
30 Aralık 2012 Pazar
28 Aralık 2012 Cuma
Bir Sıradanın Hayatı (2)
Mabet çıkışı Abdul K. isimli satıcıyla gizli pazarlıklar sonucu belirli bir oranda anlaşma sağlamıştık.Malların ulaşacağı yer ve saat konusunda; gizli ikü ayso depo çarşamba saat 09:00 olacaktı.O kalabalıkta, tv ve insan gürültüsü sayesinde sevkiyat işi çok kolay olacaktı.Tek bir sorunumuz vardı.Ya Anten çekmezse? çekmeliydi gürültü bizim umudumuzdu...
Bu pazarlığın ardından büyük konsey toplantısı için Starbuck kafeye doğru harekete geçtim.Bütün Ağır toplar burdaydı:
-Uyku babası,
-Proje babası,
-AYfone babası,
ve
-Nikotin anası,
Uyku babası;her zamanki gibi gözleri kapalı, kulakları ise eşşek kulağı gibi pür dikkatli ve açıktı.Bir çok kişi gerçekten uyuduğunu zannederdi, ama aslında hepsi bir numaraydı.Uyuttuğu bir çok insanın parasını hortumlardı.Uyku sektöründe yorgan yastık haraçlarıda uyku babasına akardı.
Proje babası ;en çok üzerinde durduğu sektör, öğrencilerin bitirme projeleri ile alakalıydı.O bir projeye başlasa, sektördeki herkesi bitirirdi.Bütün yer altı paralarından mutlak pay sahibiydi.Çok teklikeliydi.
AYfone babası; Yasal görünen şirketi AYfone ile yer üstünde de söz sahibiydi.Bu şirket sayesinde En yüksek meblağlarda para aklama işinden sorumlu mafya babasıydı.Bir çok "fon"un sahibi olduğu için yer altı kadar yer üstündede zengin görünen tek adamdı. İphone marka telefon ve mac i bulunan Elma hayranı bir babaydı.Hatta bir elmayı yanlızca bir defa ısırırdı.Arabasının arkasında her zaman bir koli elma taşıdığı dillerde dolaşan efsaneler arasındaydı.
Nikotin anası; Bütün tütünlü içecekler ve kahve sektöründe, yer altında namı dillerde dolaşan Tek hanım ağaydı. Sigara konusunda çok hassastı.Konseyde yeni giydiği hırkası ile bütün babalara göz dağı veriyordu.Hiç birinden aşağı kalır yanı yoktu.Belkide mafyanın içinde en tehlikeli yönetici idi.
Benim işim bu konseyin bütün kararlarını uygulamaktı.Hem yönetici hem tetikçiydim.Attığımı vuran "sniper"ımı hep yanımda taşırım.Konseyden çıkan karara göre yeni hedefim belli idi. Bal sektörünü yer altı mafyası olarak ele geçirme fikri konseyce onaylanmıştı ve bu görev bana verilmişti.
Kısa bir araştırma için internetten tweetter sayfamdan bal sektörüne ilişkin bilgileri aramaya başladım.Sektörün patronu "K" kod adlı bir çete lideriydi.Yeni hedefim belliydi.Attığım tweetle K'nın yerini öğrenmiştim."Sniper"ımla bir çatı katında K'yı beklemeye başladım.
Hedefim görüş alanıma girmişti.Tam kurşunu atacağım sırada kafama bir darbe almıştım.Kurşun süzülürken, ben ani refleks ile tepkinin geldiği yere odaklanmıştım.Karşımdaki Ferhat idi.Bana Şirin'in yerini soruyordu.Şirini kaçıranın ben olmadığına ikna etmek için gereken delili gösterdim.O kadar aceleciydi ki bana inanarak dağları aşar gibi kapıları aşarak gidişini seyrediyordum arkasından.Gözümde daha bir YÜKSELiyordu.
Tekrar Bal Sektörünün lideri "K" ya döndüğümde ise hedefi ıskaladığımı görmüştüm.Mermi K'nın yanindaki petrol variline isabet etmişti."K", merminin geldiği yeri tespit etmek için hala yukarı bakıyordu.Etraf petrol varilinden açılan delik sebebiyle kapkara olmuştu."K" nın ayaklarına karasular inmişti resmen.En sonunda beni görmüş ve tanımıştı elini bana doğru "seninle görüşeceğiz" manasında sallıyordu.
Bir tetikçi korkusuzdu.Korkmuyordum.Yada çok güzel numara yapıyordum...
:)
SON
Bu pazarlığın ardından büyük konsey toplantısı için Starbuck kafeye doğru harekete geçtim.Bütün Ağır toplar burdaydı:
-Uyku babası,
-Proje babası,
-AYfone babası,
ve
-Nikotin anası,
Uyku babası;her zamanki gibi gözleri kapalı, kulakları ise eşşek kulağı gibi pür dikkatli ve açıktı.Bir çok kişi gerçekten uyuduğunu zannederdi, ama aslında hepsi bir numaraydı.Uyuttuğu bir çok insanın parasını hortumlardı.Uyku sektöründe yorgan yastık haraçlarıda uyku babasına akardı.
Proje babası ;en çok üzerinde durduğu sektör, öğrencilerin bitirme projeleri ile alakalıydı.O bir projeye başlasa, sektördeki herkesi bitirirdi.Bütün yer altı paralarından mutlak pay sahibiydi.Çok teklikeliydi.
AYfone babası; Yasal görünen şirketi AYfone ile yer üstünde de söz sahibiydi.Bu şirket sayesinde En yüksek meblağlarda para aklama işinden sorumlu mafya babasıydı.Bir çok "fon"un sahibi olduğu için yer altı kadar yer üstündede zengin görünen tek adamdı. İphone marka telefon ve mac i bulunan Elma hayranı bir babaydı.Hatta bir elmayı yanlızca bir defa ısırırdı.Arabasının arkasında her zaman bir koli elma taşıdığı dillerde dolaşan efsaneler arasındaydı.
Nikotin anası; Bütün tütünlü içecekler ve kahve sektöründe, yer altında namı dillerde dolaşan Tek hanım ağaydı. Sigara konusunda çok hassastı.Konseyde yeni giydiği hırkası ile bütün babalara göz dağı veriyordu.Hiç birinden aşağı kalır yanı yoktu.Belkide mafyanın içinde en tehlikeli yönetici idi.
Benim işim bu konseyin bütün kararlarını uygulamaktı.Hem yönetici hem tetikçiydim.Attığımı vuran "sniper"ımı hep yanımda taşırım.Konseyden çıkan karara göre yeni hedefim belli idi. Bal sektörünü yer altı mafyası olarak ele geçirme fikri konseyce onaylanmıştı ve bu görev bana verilmişti.
Kısa bir araştırma için internetten tweetter sayfamdan bal sektörüne ilişkin bilgileri aramaya başladım.Sektörün patronu "K" kod adlı bir çete lideriydi.Yeni hedefim belliydi.Attığım tweetle K'nın yerini öğrenmiştim."Sniper"ımla bir çatı katında K'yı beklemeye başladım.
Hedefim görüş alanıma girmişti.Tam kurşunu atacağım sırada kafama bir darbe almıştım.Kurşun süzülürken, ben ani refleks ile tepkinin geldiği yere odaklanmıştım.Karşımdaki Ferhat idi.Bana Şirin'in yerini soruyordu.Şirini kaçıranın ben olmadığına ikna etmek için gereken delili gösterdim.O kadar aceleciydi ki bana inanarak dağları aşar gibi kapıları aşarak gidişini seyrediyordum arkasından.Gözümde daha bir YÜKSELiyordu.
Tekrar Bal Sektörünün lideri "K" ya döndüğümde ise hedefi ıskaladığımı görmüştüm.Mermi K'nın yanindaki petrol variline isabet etmişti."K", merminin geldiği yeri tespit etmek için hala yukarı bakıyordu.Etraf petrol varilinden açılan delik sebebiyle kapkara olmuştu."K" nın ayaklarına karasular inmişti resmen.En sonunda beni görmüş ve tanımıştı elini bana doğru "seninle görüşeceğiz" manasında sallıyordu.
Bir tetikçi korkusuzdu.Korkmuyordum.Yada çok güzel numara yapıyordum...
:)
SON
26 Aralık 2012 Çarşamba
Bir Sıradanın Hayatı (1)
Uykudan uyanıp gözlerimi açtığımda hala gördüğüm rüyanın etkisindeydim.Uzun zamandır cevabını aradığım bir soruydu bu, bana kabusu yaşatan. Ayna karşısında yüzümü yıkarken aklımdaki sorunun cevabını hala bulamamıştım.Bu soruyla ilgili bir ipucu size veremem taki cevabını bulana kadar :)
Apartman kapısından çıkarken karşı apartmandaki cadı ağzında sigarası ile gülümsüyordu her zaman olduğu gibi.Kim bilir bugün ne hain planları vardı.Belki pamuk prensese zehirli elma yedirip sonsuzluk uykusuna hapsedecekti.Bende yaşlı cadıya gülümsedim.Cadının planı her ne olursa olsun pamuk prensesi kurtaracaktım.
İKÜ yazan bir şatonun önündeydim.İKÜnün girişi şatolara yakışır şekilde korunmaktaydı.Kapıda bekleyen elleri kılıçlı muhafızlar şatoya giriş için kart kontrolleri yapıyordu.Giriş kartımı gösterdiğim bir muhafız benim girişime izin vermedi. Bu sefer farklı bir kılık deneyerek kartımı muhafıza doğru tersten uzattım.Aynı muhafız beni gene içeriye almadı.Kızmıştım çok kızmıştım.Şu lanet şatonun girişlerini niye bu kadar zorlaştırmışlardı ki?
Uzun bir mücadelenin ardından kimlik kartım bir başka muhafız tarafından onaylandı ve içeri girişime izin verildi.Şimdi şatonun içindeydim.Eğitimli bir ajan edası ile izimi belli etmeden bana verilen görevi yerine getirecektim.Temkinli adımlarla Şatonun kütüphanesine doğru hızlı adımlarla ilerledim.
Kütüphanede boş bir yer bulmak oldukça zorlamıştı beni.Öğrenci kılığında bir çok sınav maduru insan doldurmuştu kütüphaneyi.Nihayet üst katlarda boş bulduğum bir masa bana gel gel işareti yapıyordu.Bu boş masanın cazibesine kapılıp boş masaya yerleştim ve ekip arkadaşlarımı beklemeye başladım.
Yanıma ilk gelen gülü seven(7) ve yakasında mutlaka gül bulunan bir ajandı kod adı "eşşek_kulağı" idi :) hemen ardından çokça ÜNALmış ajan kod adı "T" bize katıldı.
Arada bir gelen Bilişik güçler sayesinde Kayseri ekibindende haber akışı sağlıyorduk.
Görevimiz belli idi Tenisli masayı bulup altındaki bombayı imha etmek.Bunun için anten ders notlarına ihtiyacımız vardı.Sıkı bir çalışmanın ardından bombayı nasıl imha edeceğimizi bulmuştuk.Ama ihtiyacımız olan bir şey vardı oda, Özcan isimli ajan yani kod adı "ş" nin cukulata rengi botlarıydı...
Operasyon başlamıştı kimseye fark ettirmemek için masa tenisi oynuyor numarası ile bombayı arıyorduk.Uzun soluklu mücadelenin ardından masaya yenik düşmüştük bomba yoktu...
Tüm ümitlerimiz bittiği anda kırmızı başlıklı kız üzerinde bomba ile üzerimize doğru geliyordu....
Bommmm...
Bölüm Sonu :)
Apartman kapısından çıkarken karşı apartmandaki cadı ağzında sigarası ile gülümsüyordu her zaman olduğu gibi.Kim bilir bugün ne hain planları vardı.Belki pamuk prensese zehirli elma yedirip sonsuzluk uykusuna hapsedecekti.Bende yaşlı cadıya gülümsedim.Cadının planı her ne olursa olsun pamuk prensesi kurtaracaktım.
İKÜ yazan bir şatonun önündeydim.İKÜnün girişi şatolara yakışır şekilde korunmaktaydı.Kapıda bekleyen elleri kılıçlı muhafızlar şatoya giriş için kart kontrolleri yapıyordu.Giriş kartımı gösterdiğim bir muhafız benim girişime izin vermedi. Bu sefer farklı bir kılık deneyerek kartımı muhafıza doğru tersten uzattım.Aynı muhafız beni gene içeriye almadı.Kızmıştım çok kızmıştım.Şu lanet şatonun girişlerini niye bu kadar zorlaştırmışlardı ki?
Uzun bir mücadelenin ardından kimlik kartım bir başka muhafız tarafından onaylandı ve içeri girişime izin verildi.Şimdi şatonun içindeydim.Eğitimli bir ajan edası ile izimi belli etmeden bana verilen görevi yerine getirecektim.Temkinli adımlarla Şatonun kütüphanesine doğru hızlı adımlarla ilerledim.
Kütüphanede boş bir yer bulmak oldukça zorlamıştı beni.Öğrenci kılığında bir çok sınav maduru insan doldurmuştu kütüphaneyi.Nihayet üst katlarda boş bulduğum bir masa bana gel gel işareti yapıyordu.Bu boş masanın cazibesine kapılıp boş masaya yerleştim ve ekip arkadaşlarımı beklemeye başladım.
Yanıma ilk gelen gülü seven(7) ve yakasında mutlaka gül bulunan bir ajandı kod adı "eşşek_kulağı" idi :) hemen ardından çokça ÜNALmış ajan kod adı "T" bize katıldı.
Arada bir gelen Bilişik güçler sayesinde Kayseri ekibindende haber akışı sağlıyorduk.
Görevimiz belli idi Tenisli masayı bulup altındaki bombayı imha etmek.Bunun için anten ders notlarına ihtiyacımız vardı.Sıkı bir çalışmanın ardından bombayı nasıl imha edeceğimizi bulmuştuk.Ama ihtiyacımız olan bir şey vardı oda, Özcan isimli ajan yani kod adı "ş" nin cukulata rengi botlarıydı...
Operasyon başlamıştı kimseye fark ettirmemek için masa tenisi oynuyor numarası ile bombayı arıyorduk.Uzun soluklu mücadelenin ardından masaya yenik düşmüştük bomba yoktu...
Tüm ümitlerimiz bittiği anda kırmızı başlıklı kız üzerinde bomba ile üzerimize doğru geliyordu....
Bommmm...
Bölüm Sonu :)
25 Aralık 2012 Salı
Yeni bir hikaye başlıyor
Bilmiyorum benden önce deneyen biri çıktı mı? Biraz iddialı, çokça heyecanlıyım :)
Çok yakında yeni bir dizi hikaye ile karşınızda olacağım.Bu yazacağım hikayede bir sıradan (HiD yani ben) ve çevremde bulunan arkadaşlarım, ailem, hocalarım ve tanıştığım insanlar bu hikayenin bir parçası olacak (tabi ki sizin müsadenizle) günlük sıradan yaşantımı benim bakış açımla okuyacaksınız.Tabii olaylara biraz hayal gücü ekleyip masal tadı ile sizlere sunacağım.
Her türlü görüşleriniz,önerileriniz,dilekleriniz ve şikayetleriniz benim için değerlidir... Yorum kısmını boş geçmeyiniz :)
Çok yakında yeni bir dizi hikaye ile karşınızda olacağım.Bu yazacağım hikayede bir sıradan (HiD yani ben) ve çevremde bulunan arkadaşlarım, ailem, hocalarım ve tanıştığım insanlar bu hikayenin bir parçası olacak (tabi ki sizin müsadenizle) günlük sıradan yaşantımı benim bakış açımla okuyacaksınız.Tabii olaylara biraz hayal gücü ekleyip masal tadı ile sizlere sunacağım.
Her türlü görüşleriniz,önerileriniz,dilekleriniz ve şikayetleriniz benim için değerlidir... Yorum kısmını boş geçmeyiniz :)
22 Aralık 2012 Cumartesi
Günün hikayesi geliyor...
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.
...
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli ; Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti,yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi.Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı. Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti. Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.
...
Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli ; Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti,yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi.Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı. Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti. Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.
15 Aralık 2012 Cumartesi
Kayıp Şehir (8)
8.Bölüm : İleri Teknoloji ve Entrikalar - II
(not: Bu yazı ,bir dizi hikaye olmasından dolayı hikayeye 1. bölümden başlamanızı tavsiye ederim)
Yatağıma uzanmış düşünceler aleminde bir buradan bir oraya zıplıyorum.Hatırlayamadığım evime, gelene kadar geçirdiğim yolculuğun mazisi takılıyor bir ara.Dostum Altı'ya göre sıradan, bana göre heyecanlı o yolculuk. "vavv" diye haykırıyorum kendi kendime. Gözlerim bir yere sabitlenmiş aklımla tekrar yaşıyorum o yolculuğu. İlk olarak yürüyen yoldan inip yerden 3-4 kilometre yüksekteki evime varmak için ,evimin altındaki fırlatma rampasına binişimi hayal ediyorum.Özel bir kafesin içinde neredeyse saatte Beş yüz kilometre hızla yükselişimi hissediyorum. Heyecan doruklarda...
Bütün hayal alemi değişik bir ses tonuyla gelen elektronik bir ses ile bölünüyor."kapı çalıyor,gelen kişinin kimlik bilgileri taranıyor...kişi bulundu. Gelen kişi 718496005... kapı açılmasını onaylıyorsanız -evet-,gelen kişi sizin için tehdit oluşturuyorsa -kilit-,polis çağrılmasını istiyorsanız -polis- diyebilirsiniz,evde olmadığınız numarası yapılması için lütfen ses çıkartmayınız " . Seslice gülmeye başlıyorum elektronik ses buna karşılık tekrar konuşmaya başlıyor: "konuşmalarınız değerlendirilip, uygun komut bulunamadı.İsteğinizi tekrar söyleyiniz yada evde olmamış numarasına devam etmemiz için lütfen sessiz olunuz". Evde stand up şovu var.Bu sefer içimden gülüyorum aynı zamanda eve sesleniyorum."evet kapıyı açalım lütfen" .
Yeni kodlu gelen kişi acaba kim? "Yeni birileriyle tanışacağım.Tabi o beni daha önceden tanıyor bunu unutma HiD" diye kendime sesleniyorum. Bu arada kulaklarım, akıllı evin misafirimi karşılama seslerini ve onu yönlendiren konutlara dikkat kesiliyor. Aynı zamanda önüme yansıtmalı bir ekran geliyor.Elle tutulur bi tarafı yok bu ekanın.Gelen kişinin aynı ebatlarda 3 boyutlu görüntüsü ile canlı canlı takip ediyorum."İşte benim kayıp şehrim " diyorum heyecanla. Gerçekte öyle mi ki? Bu şehir, bu teknoloji beni derinden etkiliyor doğrusu...
Bu evin yapabileceği kabiliyetinin daha fazla olduğunu hissediyorum ve hayal gücümü çalıştırıp eve soruyorum: -Ev ,gelen kişiyi tanımla.
2-3 saniye sonra akıllı ev cevap veriyor:
-Komut alındı değerlendiriliyor.Cevap bulundu.Tanımlama süresi 1 saat 40 dakika 23 saniye sürüyor.Tanımlamanın başlamasını istiyorsanız evet,daha kısa ve sizinle ilgili bilgiler öncelikli olması için -kısa- kelimesini tercih edebilirsiniz.
-Kesinlikle -kısa- olsun.
-Komut alındı.Kelimeler seçildi.Kişi tanımlanıyor.Gelen kişi sizin sekreteriniz yaşı 26.Evli değil.Adı 718496005. Sizin ona hitabınız -diktatör-.
"Patroooon" sesleri uzun hava gibi kulağıma ulaşıyor.Ses oldukça yumuşak ve bir o kadarda kışkırtıcı.Bu ses tonunda etkiliyici bir cazibe yatmadığını söylemek büyük bir yalan olsa gerek.Ve şimdi iletşim zamanı:
-Evet sevgili diktatörüm hoşgeldin.
-Hoşbulduk demeli miyim? bilemiyorum patron.Bugün sabahki toplantınız...!! sizin gecikmenizden dolayı akşam saatine kaydırıldı ve size nedense ulaşamıyorum.Son bir kaç gündür bir değişim var sizde. Sekreteriniz olarak benimle paylaşmak istediğiniz bir durum var mı?
Düşünüyor numarası yapıyorum. Sonra sekreterin gözlerine dikkatlice bakıp "Elbette bir durum olursa bundan ilk senin haberin olur.Bundan şüphen mi var sevgili diktatörüm".Bu sözümden sonra diktatörün gözlerinin içi gülüyor.İçimden "waw seni gidi büyük yalancı"diyorum kendime.Henüz çözemediğim bir durumu kimseyle paylaşamam.Ben nasıl bir şehirdeyim ve bu insanlar beni nasıl tanıyor olabilir? Acaba bir ikizim olabilir mi? Sorular ardı sıra sıralanıyor...
Kendi içimdeki muhabbet sekreterin sesiyle kesiliyor."Eğer bir beş dakika daha gecikirsek şirketten birlikte kovulacağız.Yetişmemiz gereken bir toplantımız var patron hadi hazırlanın lütfen".Bu ses tonu gerçekten tam bir diktatör bana karşı,neden bu ismi vermiş olabileceğimi çok net kestiriyorum.
Şehrin en büyük , en modern ve en büyük binasının önündeyiz.Büyük harflerle Holding adı " HİD" olarak yazıyor.Kendimle konuşuyorum "ben bu şirketin sahibi değilsem kesinlikle bir ikizim var.Benden başka bu ismi kim kullanır ki?".Bina girişindeki güvenlikten danışmanlara kadar herkesle selamlaşıyoruz.Sanırım burada seviliyorum insanlarım yüzüme karşı gülümsemelerinden çok net anlaşılabiliyor bu durum.
Sekreterin gösterdiği yoldan hızlı adımlarla ofisime doğru ilerlerken diktatör önceden aldığım ince noktaları bana hatırlatıyor.Kulaklarım onu dinlerken gözlerimle etrafı tarıyorum.İki adım sonra bir köşe dönüşünü daha geçeceğiz.Attığım son adımla köşe dönüşü, zaman durma noktasına geliyor.Tam karşımda ellerinde dosyalar ile yüzüme gülümsüyor...
Bee...Beee...Beey...Beyazım!!!
To be continued...
(not: Bu yazı ,bir dizi hikaye olmasından dolayı hikayeye 1. bölümden başlamanızı tavsiye ederim)
Yatağıma uzanmış düşünceler aleminde bir buradan bir oraya zıplıyorum.Hatırlayamadığım evime, gelene kadar geçirdiğim yolculuğun mazisi takılıyor bir ara.Dostum Altı'ya göre sıradan, bana göre heyecanlı o yolculuk. "vavv" diye haykırıyorum kendi kendime. Gözlerim bir yere sabitlenmiş aklımla tekrar yaşıyorum o yolculuğu. İlk olarak yürüyen yoldan inip yerden 3-4 kilometre yüksekteki evime varmak için ,evimin altındaki fırlatma rampasına binişimi hayal ediyorum.Özel bir kafesin içinde neredeyse saatte Beş yüz kilometre hızla yükselişimi hissediyorum. Heyecan doruklarda...
Bütün hayal alemi değişik bir ses tonuyla gelen elektronik bir ses ile bölünüyor."kapı çalıyor,gelen kişinin kimlik bilgileri taranıyor...kişi bulundu. Gelen kişi 718496005... kapı açılmasını onaylıyorsanız -evet-,gelen kişi sizin için tehdit oluşturuyorsa -kilit-,polis çağrılmasını istiyorsanız -polis- diyebilirsiniz,evde olmadığınız numarası yapılması için lütfen ses çıkartmayınız " . Seslice gülmeye başlıyorum elektronik ses buna karşılık tekrar konuşmaya başlıyor: "konuşmalarınız değerlendirilip, uygun komut bulunamadı.İsteğinizi tekrar söyleyiniz yada evde olmamış numarasına devam etmemiz için lütfen sessiz olunuz". Evde stand up şovu var.Bu sefer içimden gülüyorum aynı zamanda eve sesleniyorum."evet kapıyı açalım lütfen" .
Yeni kodlu gelen kişi acaba kim? "Yeni birileriyle tanışacağım.Tabi o beni daha önceden tanıyor bunu unutma HiD" diye kendime sesleniyorum. Bu arada kulaklarım, akıllı evin misafirimi karşılama seslerini ve onu yönlendiren konutlara dikkat kesiliyor. Aynı zamanda önüme yansıtmalı bir ekran geliyor.Elle tutulur bi tarafı yok bu ekanın.Gelen kişinin aynı ebatlarda 3 boyutlu görüntüsü ile canlı canlı takip ediyorum."İşte benim kayıp şehrim " diyorum heyecanla. Gerçekte öyle mi ki? Bu şehir, bu teknoloji beni derinden etkiliyor doğrusu...
Bu evin yapabileceği kabiliyetinin daha fazla olduğunu hissediyorum ve hayal gücümü çalıştırıp eve soruyorum: -Ev ,gelen kişiyi tanımla.
2-3 saniye sonra akıllı ev cevap veriyor:
-Komut alındı değerlendiriliyor.Cevap bulundu.Tanımlama süresi 1 saat 40 dakika 23 saniye sürüyor.Tanımlamanın başlamasını istiyorsanız evet,daha kısa ve sizinle ilgili bilgiler öncelikli olması için -kısa- kelimesini tercih edebilirsiniz.
-Kesinlikle -kısa- olsun.
-Komut alındı.Kelimeler seçildi.Kişi tanımlanıyor.Gelen kişi sizin sekreteriniz yaşı 26.Evli değil.Adı 718496005. Sizin ona hitabınız -diktatör-.
"Patroooon" sesleri uzun hava gibi kulağıma ulaşıyor.Ses oldukça yumuşak ve bir o kadarda kışkırtıcı.Bu ses tonunda etkiliyici bir cazibe yatmadığını söylemek büyük bir yalan olsa gerek.Ve şimdi iletşim zamanı:
-Evet sevgili diktatörüm hoşgeldin.
-Hoşbulduk demeli miyim? bilemiyorum patron.Bugün sabahki toplantınız...!! sizin gecikmenizden dolayı akşam saatine kaydırıldı ve size nedense ulaşamıyorum.Son bir kaç gündür bir değişim var sizde. Sekreteriniz olarak benimle paylaşmak istediğiniz bir durum var mı?
Düşünüyor numarası yapıyorum. Sonra sekreterin gözlerine dikkatlice bakıp "Elbette bir durum olursa bundan ilk senin haberin olur.Bundan şüphen mi var sevgili diktatörüm".Bu sözümden sonra diktatörün gözlerinin içi gülüyor.İçimden "waw seni gidi büyük yalancı"diyorum kendime.Henüz çözemediğim bir durumu kimseyle paylaşamam.Ben nasıl bir şehirdeyim ve bu insanlar beni nasıl tanıyor olabilir? Acaba bir ikizim olabilir mi? Sorular ardı sıra sıralanıyor...
Kendi içimdeki muhabbet sekreterin sesiyle kesiliyor."Eğer bir beş dakika daha gecikirsek şirketten birlikte kovulacağız.Yetişmemiz gereken bir toplantımız var patron hadi hazırlanın lütfen".Bu ses tonu gerçekten tam bir diktatör bana karşı,neden bu ismi vermiş olabileceğimi çok net kestiriyorum.
Şehrin en büyük , en modern ve en büyük binasının önündeyiz.Büyük harflerle Holding adı " HİD" olarak yazıyor.Kendimle konuşuyorum "ben bu şirketin sahibi değilsem kesinlikle bir ikizim var.Benden başka bu ismi kim kullanır ki?".Bina girişindeki güvenlikten danışmanlara kadar herkesle selamlaşıyoruz.Sanırım burada seviliyorum insanlarım yüzüme karşı gülümsemelerinden çok net anlaşılabiliyor bu durum.
Sekreterin gösterdiği yoldan hızlı adımlarla ofisime doğru ilerlerken diktatör önceden aldığım ince noktaları bana hatırlatıyor.Kulaklarım onu dinlerken gözlerimle etrafı tarıyorum.İki adım sonra bir köşe dönüşünü daha geçeceğiz.Attığım son adımla köşe dönüşü, zaman durma noktasına geliyor.Tam karşımda ellerinde dosyalar ile yüzüme gülümsüyor...
Bee...Beee...Beey...Beyazım!!!
To be continued...
20 Eylül 2012 Perşembe
Kayıp Şehir (7)
7. Bölüm : İleri Teknoloji ve Entrikalar - I
(Not: bu bir dizi hikayedir.Bu sebeple 1. bölümden başlamanızı tavsiye ederim)
Bir sokak serserisi gibi yerde oturmuş haldeyim.Ellerim birbirine paralel olarak yere doğru uzanmış,bedenime karşı direk görevi görüyorlar.Yorgunluktan başımı havaya kaldıramıyor olmalıyım,çünkü gözlerim yeri süzüyor.Vakit sabah olmalı güneş ışınlarının yere çarpma açısından anımsıyabiliyorum.Ayrıca görüntü aralığım kısıtlı.Saçlarım gözlerimin önünde bir perde olacak kadar uzamış durumda.Arada bir esen rüzgar sayesinde farklı yerlerden görüntü alabiliyorum.Biri yanıma yaklaşıyor, kendinden önce gelen gölgesi sayesinde daha hızlı farkediyorum.Kafamı kaldırıp tanımadığım bu yüze bakıyorum.Şimdi karşılıklı konuşma zamanı:
-718497007 , patron ne işin var yerde?
-Sen kimsin?
-Üç ay öncede aynı numarayı yapmıştın artık yemem patron.
Yüzüme gülümsüyor.Bende anlamsız bir ifade.Eminim iyi rol yapıyorumdur ona göre.Çünkü bu rol sandığından daha çok gerçek.Konuşmamız devam ediyor,bu sefer söz sırası bende:
-Ne numarası , sen kimsin, biz nerdeyiz?
-Peki kandırılmış gibi yapıyorum ismimi söylüyorum,ben 718496006.Sana bağlı bir alt bölüm yöneticisiyim.Peki şimdi beni hatırladın mı?
-Benimle dalga geçiyorsun heralde o nasıl bir ismin var?
-Eğer sende benimle dalga geçmiyorsan patron ciddi bir sıkıntı söz konusu.Doktora gidelim mi?
O an düşünmeye başlıyorum.Sinyaller beyin havuzuma oluk oluk akıyor su gibi... Nerdeyim ben? Geçmişi hatırlamaya çalışıyorum.Evet , akıl ekranımda görüntüler oluşmaya başlıyor.En son çukurdan aşağı düşüşümü hatırlıyorum.Çukurun dibinde parlayan bir ışık ile birlikte başka bir boyuta geçtiğimi hatırlıyorum.Bir son beklerken yeni bir başlangıç için burdayım belkide...
Buraya gelişim bir sır olmalı.Tam olarak ne olduğunu anlayana kadar kimse bilmemeli.O zamana kadar iyi bir oyuncu olmalıyım.Bu oyuna, karşımdaki adamın şaşkın bakışını ortadan kaldırarak başlamam gerekli.Şimdi rol zamanı:
-Elbette rol yapıyorum 718496006.
-Nihayet! Bir an korktum patron.Cidden iyi bir oyuncusunuz.hatta o kadar iyi oynuyorsunuz ki kıyafetiniz bile nerden baksanız yüz sene öncesinin kıyafetleri.Sahi nerden buldunuz onları?
-Biraz yardım alınca her şey kolay bulunuyor.Bu arada.ben sana kolayca nasıl hitap ederdim 718496006.
-Artık bu oyunu bitirsek mi patron.Bana Altı dersiniz genelde,eğer rütbemi değiştirmek içinse bu oyun,gerek yok.
-Peki "Altı"cım beni evime kadar götürebilir misin? Gerçekten bugün yardımına ihtiyacım var.Senin rütben yükselmeye açık, alçalmaya değil.
-Elbette patron hadi gidelim.Tabi yükselerek sizin yerinize geçmekte istemem.Ben böyle iyiyim.
-Bu arada bugünün tarihi nedir?
-21 Eylül 2112
-Vavv. Zaman ne hızlı akıyor öyle değil mi Altı?
-Öyle patron.
Bana elini uzatan Altı'ya karşı elimi uzatıp kalkıyorum.Gördüğüm manzara karşısında yavaşça kafamı havaya kaldırıyorum.Aynı zamanda yürüyen yolun üzerine binmek için harekete geçiyoruz.Karşımda ışık ışıl bir şehir mevcut.Teknoloji sanıldığından daha hızlı büyümüş.Evler yer çekimine karşı asılı olarak yapılmış, kilometrelerce havada duruyorlar.Arabalar uçaklara dönmüş resmen.Yerde giden sadece yürüyen yollar.Bu şehir inanılmaz.Şimdi yürüyen yolun üzerindeyiz gözlerimle etrafı süzüyorum.Burası inanılmaz bir şehir.Yürüyen yol her geçen dakika hızını arttırırken benim aklımın içinde bir soru beliriyor.Burası benim aradığım kayıp şehrim mi? Sorunun cevabı,soru kadar hızlı geliyor:Henüz bilmiyorum.Ama öğreneceğim...
7. Bölüm Sonu.
(Not: bu bir dizi hikayedir.Bu sebeple 1. bölümden başlamanızı tavsiye ederim)
Bir sokak serserisi gibi yerde oturmuş haldeyim.Ellerim birbirine paralel olarak yere doğru uzanmış,bedenime karşı direk görevi görüyorlar.Yorgunluktan başımı havaya kaldıramıyor olmalıyım,çünkü gözlerim yeri süzüyor.Vakit sabah olmalı güneş ışınlarının yere çarpma açısından anımsıyabiliyorum.Ayrıca görüntü aralığım kısıtlı.Saçlarım gözlerimin önünde bir perde olacak kadar uzamış durumda.Arada bir esen rüzgar sayesinde farklı yerlerden görüntü alabiliyorum.Biri yanıma yaklaşıyor, kendinden önce gelen gölgesi sayesinde daha hızlı farkediyorum.Kafamı kaldırıp tanımadığım bu yüze bakıyorum.Şimdi karşılıklı konuşma zamanı:
-718497007 , patron ne işin var yerde?
-Sen kimsin?
-Üç ay öncede aynı numarayı yapmıştın artık yemem patron.
Yüzüme gülümsüyor.Bende anlamsız bir ifade.Eminim iyi rol yapıyorumdur ona göre.Çünkü bu rol sandığından daha çok gerçek.Konuşmamız devam ediyor,bu sefer söz sırası bende:
-Ne numarası , sen kimsin, biz nerdeyiz?
-Peki kandırılmış gibi yapıyorum ismimi söylüyorum,ben 718496006.Sana bağlı bir alt bölüm yöneticisiyim.Peki şimdi beni hatırladın mı?
-Benimle dalga geçiyorsun heralde o nasıl bir ismin var?
-Eğer sende benimle dalga geçmiyorsan patron ciddi bir sıkıntı söz konusu.Doktora gidelim mi?
O an düşünmeye başlıyorum.Sinyaller beyin havuzuma oluk oluk akıyor su gibi... Nerdeyim ben? Geçmişi hatırlamaya çalışıyorum.Evet , akıl ekranımda görüntüler oluşmaya başlıyor.En son çukurdan aşağı düşüşümü hatırlıyorum.Çukurun dibinde parlayan bir ışık ile birlikte başka bir boyuta geçtiğimi hatırlıyorum.Bir son beklerken yeni bir başlangıç için burdayım belkide...
Buraya gelişim bir sır olmalı.Tam olarak ne olduğunu anlayana kadar kimse bilmemeli.O zamana kadar iyi bir oyuncu olmalıyım.Bu oyuna, karşımdaki adamın şaşkın bakışını ortadan kaldırarak başlamam gerekli.Şimdi rol zamanı:
-Elbette rol yapıyorum 718496006.
-Nihayet! Bir an korktum patron.Cidden iyi bir oyuncusunuz.hatta o kadar iyi oynuyorsunuz ki kıyafetiniz bile nerden baksanız yüz sene öncesinin kıyafetleri.Sahi nerden buldunuz onları?
-Biraz yardım alınca her şey kolay bulunuyor.Bu arada.ben sana kolayca nasıl hitap ederdim 718496006.
-Artık bu oyunu bitirsek mi patron.Bana Altı dersiniz genelde,eğer rütbemi değiştirmek içinse bu oyun,gerek yok.
-Peki "Altı"cım beni evime kadar götürebilir misin? Gerçekten bugün yardımına ihtiyacım var.Senin rütben yükselmeye açık, alçalmaya değil.
-Elbette patron hadi gidelim.Tabi yükselerek sizin yerinize geçmekte istemem.Ben böyle iyiyim.
-Bu arada bugünün tarihi nedir?
-21 Eylül 2112
-Vavv. Zaman ne hızlı akıyor öyle değil mi Altı?
-Öyle patron.
Bana elini uzatan Altı'ya karşı elimi uzatıp kalkıyorum.Gördüğüm manzara karşısında yavaşça kafamı havaya kaldırıyorum.Aynı zamanda yürüyen yolun üzerine binmek için harekete geçiyoruz.Karşımda ışık ışıl bir şehir mevcut.Teknoloji sanıldığından daha hızlı büyümüş.Evler yer çekimine karşı asılı olarak yapılmış, kilometrelerce havada duruyorlar.Arabalar uçaklara dönmüş resmen.Yerde giden sadece yürüyen yollar.Bu şehir inanılmaz.Şimdi yürüyen yolun üzerindeyiz gözlerimle etrafı süzüyorum.Burası inanılmaz bir şehir.Yürüyen yol her geçen dakika hızını arttırırken benim aklımın içinde bir soru beliriyor.Burası benim aradığım kayıp şehrim mi? Sorunun cevabı,soru kadar hızlı geliyor:Henüz bilmiyorum.Ama öğreneceğim...
7. Bölüm Sonu.
9 Eylül 2012 Pazar
Kayıp Şehir (6)
6. Bölüm: Tünel
(Not:Bu yazı, bir dizi hikaye olması sebebiyle, hikayeye 1. bölümden başlayıp dahil olmanızı tavsiye ederim...)
Bugün korku şehrindeki altıncı günüm.Pansiyondaki hikayeyi dinlediğim gün, dışarı adımımı atar atmaz şiddetli bir yağmur beni bekliyordu.O günden beri yağmurun durmasını bekliyorum.Ama yağmur hergeçen gün şiddetini daha da arttırdı.Sanki beni yıldırıp vazgeçirmek isteyen bir güç var gibi.Ama benim teslim olmaya niyetim yok.Bu yolda karalıyım,bu yolda cesurum.
Derin boşluğun başındayım,yanlızım.Yağmur suları dizlerime varmış halde ve debisi hiç azalmıyor.Islanmadık bir nokta yok üzerimde.Gözlerimi bile tam açamıyorum.Yağmur şiddetli,çok şiddetli....İnsanlar evlerine hapsolmuş,hava yağmura teslim olmuş durumda.Tüm şehir korkunun esiri...Bir istisna ile; bende korkunun zerresi yok.
Tüm dikkatimle hedefe odaklanmış haldeyim.Derin çukur öylesine uçsuz bucaksız görünüyor ki uzayın karadelikleri gibi ne gelirse içine yutacak halde bekleyişte.Biraz sonra bu yutan canavara bir yemek göndereceğim: Kendimi...
Şehirden satın aldığım upuzun ipin,bir ucunu toprağa çaktığım kazığa bağlıyorum.Diğer ucunuda belime bağlıyorum.Yavaş adımlarla kendimi aşağıya doğru sarkıtıyorum.Yağmurun şiddeti dolayısıyla bütün şehrin suları bu derin çukurdan aşağıya doğru akıyor.Sanki bir şelaleden aşağı inmeye çalışıyor gibiyim.Tabi bu şelalenin suyu fazlasıyla çamurlu.Aşağıya düşmenin yanı sıra boğulma tehlikesiylede karşı karşıya kalıyorum.Zorluk üstüne zorluk.
Tedbirli davranarak yavaş ve dikkatli bir şekilde tüm kararlılığımla ilerliyorum.Bir an ayağım kayıyor.Ani bir hamle ile ipi sıkıca kavrıyorum.Eğer bu ipi bağlamamış olsaydım çukur için lezzetli bir yemek olacaktım.Neyseki durumu toparlıyorum.Kalbimin çarpması normale dönene kadar bulunduğum noktada bir süre bekliyorum.
O an aklıma bir düşünce takılıyor.Cesur amcanın pansiyonunda, odamda geçirdiğim zamanı hatırlamadığımı farkediyorum.Bu şehre geldiğimden beri her anı saniyesi ile hatırlamama rağmen,odada geçirdiğim 10 dakikalık zamanı nasıl geçirdiğim ve ne yaptığımdan bi haber durumdayım.Öncesinde korkularım ile yaşarken odadan çıktıktan sonra cesur oluşumun sebebi neydi? Tüm heyecanım ile hedefe odaklanmış iken bu önemli noktayı nasıl kaçırmış olabileceğimi düşünüyorum.Çok bilinmeyenli bir denklem gibi... Çöz çözebilirsen.
Sandığımdan daha zor olmaya başladı bu yolculuk.İpi sıkmaktan ellerim uyuşmuş,hissizleşmiş.Ama dinlenecek bir dakika bile mevcut değil.Bir an önce bu tünelin sonunu görmeli ve oraya varmalıyım.Biraz daha inince ipin beni götürebileceği son noktaya getirmiş olduğunu farkediyorum.Ya ipsiz yola devam edeceğim ya geldiğim yere geri döneceğim.İki seçenekte de imkansızı oynayacağım.Görünen iki seçenek olsada benim için tek bir seçenek var.Hedefe kitlenmiş ok geri döner mi hiç?Ölü yada diri her türlü hedefe varacağım hedefe kitlenmiş bir ok gibi...
Tüm yorgunluğuma,bir an duraksamayan yağmura,ve dikliğinden bir parça eğilmeyen bu yamaca rağmen tempomu daha da arttırıyorum.Her şey o kadar iyi gidiyordu, ta ki ikinci kez ayağım takınala kadar.Ellerim tutacak bir boşluk da yakalayamadı.İşte şimdi tüm hızımla sırt üstü boşluğa doğru düşüyorum.Hem heyecanım hem korkum benimle birlikte düşüyorlar. Ve ben bulmacanın eksik parçasını o an fark ediyorum.Yüzümde bir tebessüm...ve tüm hızımla düşüyorum...
devam edecek....
6. Bölüm Sonu
(Not:Bu yazı, bir dizi hikaye olması sebebiyle, hikayeye 1. bölümden başlayıp dahil olmanızı tavsiye ederim...)
Bugün korku şehrindeki altıncı günüm.Pansiyondaki hikayeyi dinlediğim gün, dışarı adımımı atar atmaz şiddetli bir yağmur beni bekliyordu.O günden beri yağmurun durmasını bekliyorum.Ama yağmur hergeçen gün şiddetini daha da arttırdı.Sanki beni yıldırıp vazgeçirmek isteyen bir güç var gibi.Ama benim teslim olmaya niyetim yok.Bu yolda karalıyım,bu yolda cesurum.
Derin boşluğun başındayım,yanlızım.Yağmur suları dizlerime varmış halde ve debisi hiç azalmıyor.Islanmadık bir nokta yok üzerimde.Gözlerimi bile tam açamıyorum.Yağmur şiddetli,çok şiddetli....İnsanlar evlerine hapsolmuş,hava yağmura teslim olmuş durumda.Tüm şehir korkunun esiri...Bir istisna ile; bende korkunun zerresi yok.
Tüm dikkatimle hedefe odaklanmış haldeyim.Derin çukur öylesine uçsuz bucaksız görünüyor ki uzayın karadelikleri gibi ne gelirse içine yutacak halde bekleyişte.Biraz sonra bu yutan canavara bir yemek göndereceğim: Kendimi...
Şehirden satın aldığım upuzun ipin,bir ucunu toprağa çaktığım kazığa bağlıyorum.Diğer ucunuda belime bağlıyorum.Yavaş adımlarla kendimi aşağıya doğru sarkıtıyorum.Yağmurun şiddeti dolayısıyla bütün şehrin suları bu derin çukurdan aşağıya doğru akıyor.Sanki bir şelaleden aşağı inmeye çalışıyor gibiyim.Tabi bu şelalenin suyu fazlasıyla çamurlu.Aşağıya düşmenin yanı sıra boğulma tehlikesiylede karşı karşıya kalıyorum.Zorluk üstüne zorluk.
Tedbirli davranarak yavaş ve dikkatli bir şekilde tüm kararlılığımla ilerliyorum.Bir an ayağım kayıyor.Ani bir hamle ile ipi sıkıca kavrıyorum.Eğer bu ipi bağlamamış olsaydım çukur için lezzetli bir yemek olacaktım.Neyseki durumu toparlıyorum.Kalbimin çarpması normale dönene kadar bulunduğum noktada bir süre bekliyorum.
O an aklıma bir düşünce takılıyor.Cesur amcanın pansiyonunda, odamda geçirdiğim zamanı hatırlamadığımı farkediyorum.Bu şehre geldiğimden beri her anı saniyesi ile hatırlamama rağmen,odada geçirdiğim 10 dakikalık zamanı nasıl geçirdiğim ve ne yaptığımdan bi haber durumdayım.Öncesinde korkularım ile yaşarken odadan çıktıktan sonra cesur oluşumun sebebi neydi? Tüm heyecanım ile hedefe odaklanmış iken bu önemli noktayı nasıl kaçırmış olabileceğimi düşünüyorum.Çok bilinmeyenli bir denklem gibi... Çöz çözebilirsen.
Sandığımdan daha zor olmaya başladı bu yolculuk.İpi sıkmaktan ellerim uyuşmuş,hissizleşmiş.Ama dinlenecek bir dakika bile mevcut değil.Bir an önce bu tünelin sonunu görmeli ve oraya varmalıyım.Biraz daha inince ipin beni götürebileceği son noktaya getirmiş olduğunu farkediyorum.Ya ipsiz yola devam edeceğim ya geldiğim yere geri döneceğim.İki seçenekte de imkansızı oynayacağım.Görünen iki seçenek olsada benim için tek bir seçenek var.Hedefe kitlenmiş ok geri döner mi hiç?Ölü yada diri her türlü hedefe varacağım hedefe kitlenmiş bir ok gibi...
Tüm yorgunluğuma,bir an duraksamayan yağmura,ve dikliğinden bir parça eğilmeyen bu yamaca rağmen tempomu daha da arttırıyorum.Her şey o kadar iyi gidiyordu, ta ki ikinci kez ayağım takınala kadar.Ellerim tutacak bir boşluk da yakalayamadı.İşte şimdi tüm hızımla sırt üstü boşluğa doğru düşüyorum.Hem heyecanım hem korkum benimle birlikte düşüyorlar. Ve ben bulmacanın eksik parçasını o an fark ediyorum.Yüzümde bir tebessüm...ve tüm hızımla düşüyorum...
devam edecek....
6. Bölüm Sonu
27 Temmuz 2012 Cuma
Kayıp Şehir (5)
5.Bölüm: Korku Şehri
(Not:Bu yazı, bir dizi hikaye olması sebebiyle, hikayeye 1. bölümden başlayıp dahil olmanızı tavsiye ederim...)
Yeni bir şehrin girişindeyim.Her hareketi yavaşlatılmış gibi en ince ayrıntısına kadar farkedebiliyorum.Kalbimin atış hızını bile derinden duyuyorum.Heyecan ile korku arasında kalmış, bir adım korku hissine daha yakın gibiyim.Alnımdan akan terlerin, kaşlarımdan süzülerek, yanaklarımı sıyırıp, çenemden yere doğru düşüşünü aralıksız kaydediyorum.Her geçen dakika, parça parça korkuya teslim oluyorum.Geri dönmeyi düşünüyorum bir ara.Korkuya karşı sırtımı dönmek daha da korkutuyor beni.Görmek,görememekten bir nebze daha cesur yapıyor belkide.
Şehir dışardan göründüğünden daha büyük.Sınırlarını gözle çizmek zor.Şehrin tam orta yerinde neredeyse şehrin yarısı kadar büyüklükte bir çukur var.Evler bu çukurun etrafında bir çember oluşturur gibi dizili halde yapılmışlar.Şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor.Ama tek bir yağmur tanesi yok, yere düşen.Bu şehrin insanlarının yüzündeki korku hissini farkedememek, neredeyse imkansız.
Şehrin içinde dolaşmaya başlıyorum.İlk planım kalacak bir yer bulmak.Yürürken, gözlerim kalacak bir mekan arıyor.İnsaların hepsi bu şehrin yabancısı olduğumu anlamış gibi beni süzüyorlar.Yabancılardan çekiniyor olmalılar.Hangi birine yanaşıp, selam verecek olsam,adımlarını benden uzaklaştırıyorlar.Onlar kaçtıkça, üzerlerine gitmek yerine, bende adım adım geri kaçıyorum.Kimseye danışmadan, yanlız başıma kalacak yeri aramaya başlıyorum.Bütün yapılar birbiri ardınca geldiği için gözden kaçırabileceğim bir ev neredeyse yok gibi.
Yirmi dakikalık yürüyüşün ardından gözüme bir "pansiyon" yazısı çarpıyor.Kapıyı çalıp, giriyorum.İçerde yaşlı bir amca yüzüme gülümsüyor.İlk defa bu şehirde biri korkmuyor!Ya da korkusunu gizlemeyi başarıyor.Selam verip amcanın yanına doğru iyice yaklaşıyorum.Amca ilk önce bana, "hoşgeldin evlat" diye karşılık veriyor.Yanına yaklaşınca yüzüme doğru dikkatlice bakıyor."Sende herkes gibi korkuyorsun evlat" diyor.
Amcaya kendimi tanıtıyorum önce.Ardından ismini soruyorum.Bütün baskın ses tonları ile cevaplıyor: "Cesur".Kalacak oda soruyorum.Bana yolu gösteriyor.Merdivenleri adım adım çıkarken,içimdeki ürpertinin artışı hissediyorum, iliklerime kadar.Merdiven koridoru sanki bu şehir ismine özel yapılmış gibi,ürpertici tablolar asılı.Kalacağım odanın kapısına yaklaşıyorum.Kapı yavaşça açılıyor...
Bir aslan kafesi duruyor karşımda.Ellerim arkadan,sıkıca bağlanmış halde, sağımda ve solumda iki adam omuzlarımdan tutuyorlar beni.Bir kadın tüm çirkinliği ile gülümserken, kafesin kapısını açıyor yavaşça.İki adam zorla içeri doğru götürüyorlar.Kafesin içindeki aslan avını bekler gibi kükrüyor.İki adam kafesin içine doğru ittiriyorlar beni ve çirkin kadın kafesin kapısını kapıyor üzerime.Her şeye rağmen cesur olmaya çalışıyorum.Demir parmaklıkların ardından yüzümü, beni kafese sürükleyen adamlara ve ona yardım eden çirkin kadına karşı dönüyorum.Yüzümdeki korku ifadesini görememek sinirlenmelerine sebep olmuş gibi.Yüzleri bu duyguyu açıkça ele veriyor.Arkamdan omzuma doğru bir pençe hissediyorum...
Cesur amca "evet evlat burası kalacağın oda" diyerek, omzuma dokunuyor.Teşekkür edip içeri giriyorum.Yarım saat istirahat edip, tüm gücümü toparlıyorum.Hemen ardından odandan çıkıp korku tüneli gibi olan merdivenlerden aşağıya Cesur amcanın yanına varıyorum.
Sohbetimizin yarıda kaldığını Cesur amca da biliyor gibi,"gel evlat konuşalım,merak ettiğin soruların var gibi" diyerek içimi okuyor adeta.Söz sırası bende olmasına rağmen Cesur amca tekrardan söze giriyor."Buraya senin gibi gelen yabancılar tanıdım.Hepsinin uğradığı tek pansiyondur burası.Buranın insanları korkuyor evladım.Bir zamanlar benimde korktuğum gibi...".Söz sırası şimdi bana geçiyor,"Korkunun sebebi nedir?"diye atılıyorum.
Uzunca bir sessizlik hakim sürüyor.Cesur adamın konuşmasını bekliyorum.O geçmişe dönmüş gibi içinde yaşadığı duyguları canlandırıyor.Bunu acıyı ve sevinci yaşar gibi farklı mimik hareketlerinden çıkartıyorum.Ardından yüzüme bakıp konuşmaya hikayeyi anlatmaya başlıyor:
"Burası korku şehri evladım.Burdaki bütün insanlar korku ile yaşarlar.Korkunun nedenini kimse tam olarak söyleyemiyor.Sadece,şehrin ortasında büyük bir boşluk var,senin de gördüğün.Bu uçsuz bucaksız derinlikte çukurun korkunun nedeni olduğu dillerde dolaşıyor.Bende buna inanıyorum evlat.Bu şehirde, benim gibi korkusunu yenen insanlara cesur ismi veriliyor.Ve her Cesur, bu çukurun içine doğru gidip bir daha gelmiyor.Tabi senelerdir benden sonra yeni bir Cesur da çıkmadı.Ben bu şehrin son Cesur adamıyım".
"Peki ya sen amca,sen niye gitmedin?"diye soruyorum.Heyecandan sorduğum sorudaki kelime dizilişlerinin farkına yeni varıyorum.Kurduğum cümle sebebiyle kızarmaya doğru başlıyorum.Ama,Cesur umursamadan devam ediyor konuşmaya:"Bir zamanlar kalbimin yarısı dediğim bir kraliçem vardı.Cesur ismini hak ettiğim zaman,O çukura gitme heyecanıyla tutuşurken,kraliçem gitmemem için bütün çabasını harcadı.En son gideceğim gün korkusuna yenik düştü.O günden sonra Cesur ismini alıp, o boşluğa gitmeyen tek kişiyim.Hala merakım var.Her gün beni oraya çağıran bir güç var.Ama burda kaybettiğim kraliçemin gücü kadar değil".
Dünya yaşamında sahip olunabilecek bir çok güç vardır;para gücü, kuvvetli bir vücut gücü,bilgi gücü.Ama ilk defa farkettiğim yeni bir gücün etkisine girmiştim o an: Sevgi gücü.Aklıma kararsızlar şehrinde bıraktığım Beyazım geldi.Beni o şehirde o kadar süre tutan da sevgi gücü değil miydi? Sevgi de diğer güçler kadar güçlüydü,belkide en güçlüsü...
Cesur amca sırtımı sıvazlayıp,"Belki on seneden fazla bir zaman sonra, ilk defa Cesur ismini alacak,benden sonra birini görüyorum.Yüzündeki korku ifadesi silinmiş.Artık,sende Cesursun.İçinde bir merak oluşmuş olmalı.Seni tutacak kimse yoksa, sende diğer cesurlar gibi gideceksin o boşluğa.Umarım gittiğiniz yer iyi bir yerdir evladım"
Son cümlesini tamamlayan Cesur amcanın, söylediklerini düşünmeye başladım.Evet gerçektende o boşluk,belki aradığım kayıp şehrin olduğu yere gidiyordu,belki de derin bir uçuruma.Ama merakım çok ağır basıyordu.Ne olursa olsun gidecektim.Ben bir kayıp Şehir yolcusuydum çünkü...Ve hala o şehir benim için kayıptı.
5. Bölüm Sonu
(Not:Bu yazı, bir dizi hikaye olması sebebiyle, hikayeye 1. bölümden başlayıp dahil olmanızı tavsiye ederim...)
Yeni bir şehrin girişindeyim.Her hareketi yavaşlatılmış gibi en ince ayrıntısına kadar farkedebiliyorum.Kalbimin atış hızını bile derinden duyuyorum.Heyecan ile korku arasında kalmış, bir adım korku hissine daha yakın gibiyim.Alnımdan akan terlerin, kaşlarımdan süzülerek, yanaklarımı sıyırıp, çenemden yere doğru düşüşünü aralıksız kaydediyorum.Her geçen dakika, parça parça korkuya teslim oluyorum.Geri dönmeyi düşünüyorum bir ara.Korkuya karşı sırtımı dönmek daha da korkutuyor beni.Görmek,görememekten bir nebze daha cesur yapıyor belkide.
Şehir dışardan göründüğünden daha büyük.Sınırlarını gözle çizmek zor.Şehrin tam orta yerinde neredeyse şehrin yarısı kadar büyüklükte bir çukur var.Evler bu çukurun etrafında bir çember oluşturur gibi dizili halde yapılmışlar.Şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor.Ama tek bir yağmur tanesi yok, yere düşen.Bu şehrin insanlarının yüzündeki korku hissini farkedememek, neredeyse imkansız.
Şehrin içinde dolaşmaya başlıyorum.İlk planım kalacak bir yer bulmak.Yürürken, gözlerim kalacak bir mekan arıyor.İnsaların hepsi bu şehrin yabancısı olduğumu anlamış gibi beni süzüyorlar.Yabancılardan çekiniyor olmalılar.Hangi birine yanaşıp, selam verecek olsam,adımlarını benden uzaklaştırıyorlar.Onlar kaçtıkça, üzerlerine gitmek yerine, bende adım adım geri kaçıyorum.Kimseye danışmadan, yanlız başıma kalacak yeri aramaya başlıyorum.Bütün yapılar birbiri ardınca geldiği için gözden kaçırabileceğim bir ev neredeyse yok gibi.
Yirmi dakikalık yürüyüşün ardından gözüme bir "pansiyon" yazısı çarpıyor.Kapıyı çalıp, giriyorum.İçerde yaşlı bir amca yüzüme gülümsüyor.İlk defa bu şehirde biri korkmuyor!Ya da korkusunu gizlemeyi başarıyor.Selam verip amcanın yanına doğru iyice yaklaşıyorum.Amca ilk önce bana, "hoşgeldin evlat" diye karşılık veriyor.Yanına yaklaşınca yüzüme doğru dikkatlice bakıyor."Sende herkes gibi korkuyorsun evlat" diyor.
Amcaya kendimi tanıtıyorum önce.Ardından ismini soruyorum.Bütün baskın ses tonları ile cevaplıyor: "Cesur".Kalacak oda soruyorum.Bana yolu gösteriyor.Merdivenleri adım adım çıkarken,içimdeki ürpertinin artışı hissediyorum, iliklerime kadar.Merdiven koridoru sanki bu şehir ismine özel yapılmış gibi,ürpertici tablolar asılı.Kalacağım odanın kapısına yaklaşıyorum.Kapı yavaşça açılıyor...
Bir aslan kafesi duruyor karşımda.Ellerim arkadan,sıkıca bağlanmış halde, sağımda ve solumda iki adam omuzlarımdan tutuyorlar beni.Bir kadın tüm çirkinliği ile gülümserken, kafesin kapısını açıyor yavaşça.İki adam zorla içeri doğru götürüyorlar.Kafesin içindeki aslan avını bekler gibi kükrüyor.İki adam kafesin içine doğru ittiriyorlar beni ve çirkin kadın kafesin kapısını kapıyor üzerime.Her şeye rağmen cesur olmaya çalışıyorum.Demir parmaklıkların ardından yüzümü, beni kafese sürükleyen adamlara ve ona yardım eden çirkin kadına karşı dönüyorum.Yüzümdeki korku ifadesini görememek sinirlenmelerine sebep olmuş gibi.Yüzleri bu duyguyu açıkça ele veriyor.Arkamdan omzuma doğru bir pençe hissediyorum...
Cesur amca "evet evlat burası kalacağın oda" diyerek, omzuma dokunuyor.Teşekkür edip içeri giriyorum.Yarım saat istirahat edip, tüm gücümü toparlıyorum.Hemen ardından odandan çıkıp korku tüneli gibi olan merdivenlerden aşağıya Cesur amcanın yanına varıyorum.
Sohbetimizin yarıda kaldığını Cesur amca da biliyor gibi,"gel evlat konuşalım,merak ettiğin soruların var gibi" diyerek içimi okuyor adeta.Söz sırası bende olmasına rağmen Cesur amca tekrardan söze giriyor."Buraya senin gibi gelen yabancılar tanıdım.Hepsinin uğradığı tek pansiyondur burası.Buranın insanları korkuyor evladım.Bir zamanlar benimde korktuğum gibi...".Söz sırası şimdi bana geçiyor,"Korkunun sebebi nedir?"diye atılıyorum.
Uzunca bir sessizlik hakim sürüyor.Cesur adamın konuşmasını bekliyorum.O geçmişe dönmüş gibi içinde yaşadığı duyguları canlandırıyor.Bunu acıyı ve sevinci yaşar gibi farklı mimik hareketlerinden çıkartıyorum.Ardından yüzüme bakıp konuşmaya hikayeyi anlatmaya başlıyor:
"Burası korku şehri evladım.Burdaki bütün insanlar korku ile yaşarlar.Korkunun nedenini kimse tam olarak söyleyemiyor.Sadece,şehrin ortasında büyük bir boşluk var,senin de gördüğün.Bu uçsuz bucaksız derinlikte çukurun korkunun nedeni olduğu dillerde dolaşıyor.Bende buna inanıyorum evlat.Bu şehirde, benim gibi korkusunu yenen insanlara cesur ismi veriliyor.Ve her Cesur, bu çukurun içine doğru gidip bir daha gelmiyor.Tabi senelerdir benden sonra yeni bir Cesur da çıkmadı.Ben bu şehrin son Cesur adamıyım".
"Peki ya sen amca,sen niye gitmedin?"diye soruyorum.Heyecandan sorduğum sorudaki kelime dizilişlerinin farkına yeni varıyorum.Kurduğum cümle sebebiyle kızarmaya doğru başlıyorum.Ama,Cesur umursamadan devam ediyor konuşmaya:"Bir zamanlar kalbimin yarısı dediğim bir kraliçem vardı.Cesur ismini hak ettiğim zaman,O çukura gitme heyecanıyla tutuşurken,kraliçem gitmemem için bütün çabasını harcadı.En son gideceğim gün korkusuna yenik düştü.O günden sonra Cesur ismini alıp, o boşluğa gitmeyen tek kişiyim.Hala merakım var.Her gün beni oraya çağıran bir güç var.Ama burda kaybettiğim kraliçemin gücü kadar değil".
Dünya yaşamında sahip olunabilecek bir çok güç vardır;para gücü, kuvvetli bir vücut gücü,bilgi gücü.Ama ilk defa farkettiğim yeni bir gücün etkisine girmiştim o an: Sevgi gücü.Aklıma kararsızlar şehrinde bıraktığım Beyazım geldi.Beni o şehirde o kadar süre tutan da sevgi gücü değil miydi? Sevgi de diğer güçler kadar güçlüydü,belkide en güçlüsü...
Cesur amca sırtımı sıvazlayıp,"Belki on seneden fazla bir zaman sonra, ilk defa Cesur ismini alacak,benden sonra birini görüyorum.Yüzündeki korku ifadesi silinmiş.Artık,sende Cesursun.İçinde bir merak oluşmuş olmalı.Seni tutacak kimse yoksa, sende diğer cesurlar gibi gideceksin o boşluğa.Umarım gittiğiniz yer iyi bir yerdir evladım"
Son cümlesini tamamlayan Cesur amcanın, söylediklerini düşünmeye başladım.Evet gerçektende o boşluk,belki aradığım kayıp şehrin olduğu yere gidiyordu,belki de derin bir uçuruma.Ama merakım çok ağır basıyordu.Ne olursa olsun gidecektim.Ben bir kayıp Şehir yolcusuydum çünkü...Ve hala o şehir benim için kayıptı.
5. Bölüm Sonu
22 Temmuz 2012 Pazar
19 Temmuz 2012 Perşembe
Kayıp Şehir (4)
4.Bölüm : Kararsız Bir Veda
(HiD'den bir not: Bu yazı bir "dizi hikaye" olması sebebiyle hiç okumayanlar 1. 2. ve 3. bölümleri ile hikayeye dahil olabilirler.)
Yirmi gündür bu şehirdeyim.Kararsız insanlarım,ruhumda yarattığı derin çukurları kapama zamanı geldi.Bu şehirde biraz daha kalırsam, binbir parçaya ayrılacağım.Her bir parçam da ayrı bir yönetim kuracak. Ne kadar da yorucu bu şehir,bu şehrin insanları ve kararsızlık.Artık bu şehirden ayrılma zamanı...Artık özüme dönme, yola koyulma zamanı...
Aklım, bu küçük şehirde gördüğüm saf beyazımda kaldı.Beni bu şehirde bu kadar zaman tutan da o saf güzellik.Gece ve gündüz onu düşündüm, onu aradım...Küçük bir şehir burası. Bir çok insana gördüğüm bu ışıltıyı sordum.Her sorduğum yüzde, sadece bir karanlık gördüm.Ne bir ses ne bir haber...Nerede acaba ?Yoksa bana bir hayal ürünü müydü ?Aklımın kalbime oynadığı bir oyun muydu? Bilemiyorum...Bulamıyorum...
Bu şehre veda ederken, yirmi günde tanıdığım yirmi kişilik bir kafile beni uğurluyor.Şehrin içinde mi? dışında mı ? uğurlayacaklarına karar veremiyorlar her zamanki gibi...Müdahale ediyorum "Giden benim, kalan siz.O zaman içerde olmanızı daha çok arzu ederim.Sizi bu şehirle hatırlamak daha güzel..."diye.Bu kadar kısa sürede ve böyle bir şehirde, tanıdığım yirmi güzel insana veda ediyorum.Birde tek bir bakışı ile beni benden alan o saf güzelliğe...
"Allahaısmarladık" sözüyle şehrin çıkışına doğru harekete geçiyorum.Küçük prens ve prenses bana ince sesleriyle "güle güle,güle güle..." diye bağırıyorlar.Ah şu şirin ikizler.Ne tatlı arkadaşlarım, kardeşlerim olmuştu bu şehirde.Hepsini özleyeceğim.Artık, bu şehirde bir parça özlem bırakarak yola koyuluyorum.
Nihayet yanlız kaldım.Bazen yanlızlığı o kadar seviyorum ki... Tabi, bazen ...İnsan konuşmayı seven bir varlık.Tanıdık birini görsek bir gülümseme beliriyor : gözlerde ışıltı ve dudaklarda bir yay... Hemen ardından sohbete başlıyoruz.Nefes almadan aralıksız bir sohbete...Ama insan en az kendiyle konuşuyor.Bu sebeple kendinden bi haber kalıyor.Belki de en az kendisiyle konuşan kararsızlar şehrinin insanlarıydı (?) Bir karar almak için önce kendini dinlemelisin. İşte şimdi kendimi dinleme zamanı...
İçerdeki ben ,benimle konuşmuyor. Bağırıyor adeta.Beni özlemiş anlaşılan ve bende onu tabi.Şimdi gözlerimin seçtiği bir noktaya bakıyorum.Soruyorum içerdekine yeni hedefimiz gözlerimin gördüğü şu güzel tepe noktası olsun mu? içerdeki konuşuyor "gidelim".
Hava sıcak.Yavaş yavaş adımlarla yürüyorum.Arabanın bir devri vardır.Eğer belli bir hızla giderseniz elinizde olan yakıtla daha çok yol gidersiniz.Eğer hız yaparsanız yada dur , kalk yaparsanız aynı yakıtla çok daha az yol gidersiniz.Bende bir araba gibi, enerjimi en uygun seviyede tutmaya çalışıyorum.Kendim için uygun devirde gidiyorum.Zaman ilerliyor, hızımın arttığını "içerdeki ben" bir polis edasıyla söyleniyor.O an ne kadar hızlandığımı farkediyorum. Ve enerjimin tükendiğini...
Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor.Çevrede gözüme kestirdiğim en büyük ağacın altında konaklamaya karar veriyorum.Yorgunluk öylesine şiddetli ki açık tutmaya çalıştığım göz kapaklarım düşüyor yavaşça.Gücümün son noktasında gibiyim.
Derin bir kurt uluması duyuyorum aniden.Korku düşüyor içime.Enerjim tekrardan geri gelmiş gibi bakıyorum etrafıma.Gece, kör edecek derecede karanlık, hiç bir şeyi tam seçemiyorum.Korku ,öylesine hakim olmalı ki, hareket alanım daralmış gibi ayrılmak istesemde, uzaklaşamıyorum buradan.Gözüme kestirdiğim bir sopa duruyor karşımda hemen eğilip alıyorum.Bu sırada gözlerimle etrafı tarıyorum.Kurt ulumaları artıyor.Seslerde her geçen dakika şiddetini arttırıyor.
Tam karşımda bir kurt duruyor.Sopaya sıkı sıkı sarılıyorum.Atağa geçmek niyetinde değilim.Savunma pozisyonunda gardımı alıyorum.Bir derin korku olsa da içimde belli etmemeye çalışıyorum.Kurt bir adım bana yaklaşıyor ve duruyor.O da benim kadar tedbirli hareket ediyor.Bir müddet bakışmalar sürüyor.Ardından kurt, kafasını kaldırıp ulumaya başlıyor.Ardından tekrar bakışmaya başlıyoruz.Kurt dişlerini gösteriyor.Bende aynı hareketle dişlerimi sıkıca gösteriyorum.Belki pes edip kaçar diye düşünüyorum,restine rest!
Bir kaç dakika sonra, kurtun arkasındaki karanlıktan, bir hareketlenme sesleri geliyor.Dikkat kesilmiş halde bekliyorum.Korku, yerini umut hissine bırakıyor ilk başta.Görüş alanıma giriyorlar yavaşça...Yaklaşık on iki kurt daha, perdenin arkasından çıkar gibi karanlığın arkasından çıkıyorlar.İşte şuanda korku tavan yapmış halde.Zaten hareketlerimde bir yavaşlama olduğunu sezinliyorum.Bu kadar kurt sürüsüne karşı baş edebilir miyim?
Hepsi bana dikkat kesilmiş halde bakıyorlar.Ve tabi bende onların her birini dikkatlice süzüyorum.Sopayı sıkmaktan, ellerim de ağırmaya başlamış durumda.En öndeki kurt atağa geçiyor hemen ardından bir koyun sürüsü gibi bütün kurtlar saldırıya geçiyorlar.Elimdeki sopayı ilk gelen kurt un kafasına geçiriyorum ve kurt sendeleyerek yana savruluyor. Hemen ardından gelen, azını açmış kurtun, azından içeri sopayı sokuyorum. Hayvan, azında sopayla geri geri kaçmaya başlıyor.Diğer gelenlere karşı savunmasızca ayağımı savuruyorum.Bir kurt ayağımı yakalıyor.Bir diğeri elimi dişlerinin arasına geçirmiş halde.Ve bir diğeri boynuma doğru hareket yapıyor...
Gözlerim açılıyor bir anda.Hemen ardından, hiç beklemeden, sırt üstü uzanmış vaziyetten, doğruluyorum.Bir gözüm güneş ışınlarını kesiyor.Diğer gözüm, ağacın yaprakları sayesinde gölgede kalmış halde.Beynimin içinde, kısa süreli bir sinyal alışverişi sonrasında yaşadığımın bir gerçek değil,gördüğüm bir rüya olduğunu kabul ediyorum.Sabah olmuş.Ayaklarım, ellerim ve boynum sivri ısırığı kaynıyor.Bu beyin ne kadar garip çalışıyor.Öyle değil mi? Sivri ısırığını, rüyamda kurt ısırığına çevirdi.Gülümsüyorum...
Varış için seçtiğim nokta çok yakın bir an önce gitmek istiyorum.Ama ondan önce ağaç altında,hafif serin esen rüzgarla birlikte kahvaltı yapasım var.Genelde kabul edilen üç öğün yemek zamanı vardır:sabah,öğle ve akşam.Ben en çok kahvaltı yapmayı seviyorum.Hele böylesi güzel bir ortamda, aheste aheste kahvaltımı yapıyorum.Şuan o kadar güzel ki burda bir gün daha geçirebilirim.İçerdeki ben müdahale ediyor:" Ya aradığın kayıp şehir ne olacak!"O anda irkiliyorum.Etrafı toplayıp hemen yoluma kaldığım yerden devam ediyorum.
Sabahın erken saatlerinde yolda olmak gibisi yok.Yürümeye devam ediyorum.On dakikalık bir yürüyüşün ardından tiz sesli bir kurt uluması duyuyorum.Dün gece rüyamda olan korkuya teslim oluyorum bir an.
Önce karanlık sonra beyaz bir parıltı oluşuyor.Bir arabanın içindeyim.Direksiyonda yüzü maskeli biri duruyor ben hemen yan koltuğunda oturuyorum.Arka koltukta iki kişi daha var ve onların yüzleride maskeli.Bir an kendi yüzüme dokunuyorum benimde bir maskem var...
Siren sesleri duyuyorum.Arkamızda bir polis arabası var.Dördümüzde de endişe hakim.Yüzlerde maske olduğu için yüzlerden değil davranışlarımızdan anımsıyabiliyorum.Arkadan ateş açılıyor.Kurşunlar her geçen dakika sıklaşıyor.Biz kaçıyoruz, polisler kovalıyor.Lastiğe tam isabetli bir atış yiyoruz.Bir "bummm" sesi geliyor.Sesle birlikte içinde bulunduğumuz araba takla atıyor.Dört kaçak ters dönen arabanın camlarını kırıp içinden çıkıyoruz.Yayan olarak kaçmaya devam ediyoruz.Polisin biri ,megafondan bağırıyor "teslim olun,yoksa ateş açacağız"diye.Kaçış ve kovalamaca devam ederken dört kafadar azalmaya başlıyoruz sırayla.En son arkamı döndüğüm zaman 3 arkadaşın yerde uzandığını görüyorum.Ellerimi havaya kaldırıyorum yavaşça, tek suçlu kalkmak daha da çok korkutuyor beni.O anda bir kurşun görüyorum yavaş çekimle geliyor üzerime doğru.Kıpırdamadan bekliyorum.Hedef alnımın ortası...Karanlık...
Ne kadar sık hayal görmeye başladığımı henüz farkedemiyorum.Korku içime işlemiş resmen.Bir kurt görüş alanıma giriyor.Hemen en yakındaki sopaya sarılıyorum.Ama o da ne! yavru bir kurt.Yolunu kaybetmiş olmalı.Çok yorgun ve çelimsiz duruyor.Hemen bir parça ekmek ve su veriyorum.Ufaklık kendine geliyor yavaşça.Bir yol arkadaşım olabilirdi. Ama bir annesi olduğunu düşününce yanımda gelmesin diye kovalıyorum.İnsansız değilim elbette, bir miktar ekmek bırakıyorum.Giderken sesleniyorum "Hoşçakal ufaklık".
Nihayet varmak istediğim noktaya, dağın yamacına ulaştım.Dağın hemen ardından uzanan çok dik bir yol olduğunu farkediyorum.Dağın yamacından bakınca geniş, düzlük bir ova ve kalabalık bir şehir görüyorum.Hızlı adımlarla dağın yamacındaki dik yolun üzerinden şehre doğru hareket ediyorum.Bir yanım heyecanı yaşarken, diğer yanım bende olan bir duyguyu ortaya çıkarıyor;Yükseklik korkusunu...
4.Bölüm Sonu
(HiD'den bir not: Bu yazı bir "dizi hikaye" olması sebebiyle hiç okumayanlar 1. 2. ve 3. bölümleri ile hikayeye dahil olabilirler.)
Yirmi gündür bu şehirdeyim.Kararsız insanlarım,ruhumda yarattığı derin çukurları kapama zamanı geldi.Bu şehirde biraz daha kalırsam, binbir parçaya ayrılacağım.Her bir parçam da ayrı bir yönetim kuracak. Ne kadar da yorucu bu şehir,bu şehrin insanları ve kararsızlık.Artık bu şehirden ayrılma zamanı...Artık özüme dönme, yola koyulma zamanı...
Aklım, bu küçük şehirde gördüğüm saf beyazımda kaldı.Beni bu şehirde bu kadar zaman tutan da o saf güzellik.Gece ve gündüz onu düşündüm, onu aradım...Küçük bir şehir burası. Bir çok insana gördüğüm bu ışıltıyı sordum.Her sorduğum yüzde, sadece bir karanlık gördüm.Ne bir ses ne bir haber...Nerede acaba ?Yoksa bana bir hayal ürünü müydü ?Aklımın kalbime oynadığı bir oyun muydu? Bilemiyorum...Bulamıyorum...
Bu şehre veda ederken, yirmi günde tanıdığım yirmi kişilik bir kafile beni uğurluyor.Şehrin içinde mi? dışında mı ? uğurlayacaklarına karar veremiyorlar her zamanki gibi...Müdahale ediyorum "Giden benim, kalan siz.O zaman içerde olmanızı daha çok arzu ederim.Sizi bu şehirle hatırlamak daha güzel..."diye.Bu kadar kısa sürede ve böyle bir şehirde, tanıdığım yirmi güzel insana veda ediyorum.Birde tek bir bakışı ile beni benden alan o saf güzelliğe...
"Allahaısmarladık" sözüyle şehrin çıkışına doğru harekete geçiyorum.Küçük prens ve prenses bana ince sesleriyle "güle güle,güle güle..." diye bağırıyorlar.Ah şu şirin ikizler.Ne tatlı arkadaşlarım, kardeşlerim olmuştu bu şehirde.Hepsini özleyeceğim.Artık, bu şehirde bir parça özlem bırakarak yola koyuluyorum.
Nihayet yanlız kaldım.Bazen yanlızlığı o kadar seviyorum ki... Tabi, bazen ...İnsan konuşmayı seven bir varlık.Tanıdık birini görsek bir gülümseme beliriyor : gözlerde ışıltı ve dudaklarda bir yay... Hemen ardından sohbete başlıyoruz.Nefes almadan aralıksız bir sohbete...Ama insan en az kendiyle konuşuyor.Bu sebeple kendinden bi haber kalıyor.Belki de en az kendisiyle konuşan kararsızlar şehrinin insanlarıydı (?) Bir karar almak için önce kendini dinlemelisin. İşte şimdi kendimi dinleme zamanı...
İçerdeki ben ,benimle konuşmuyor. Bağırıyor adeta.Beni özlemiş anlaşılan ve bende onu tabi.Şimdi gözlerimin seçtiği bir noktaya bakıyorum.Soruyorum içerdekine yeni hedefimiz gözlerimin gördüğü şu güzel tepe noktası olsun mu? içerdeki konuşuyor "gidelim".
Hava sıcak.Yavaş yavaş adımlarla yürüyorum.Arabanın bir devri vardır.Eğer belli bir hızla giderseniz elinizde olan yakıtla daha çok yol gidersiniz.Eğer hız yaparsanız yada dur , kalk yaparsanız aynı yakıtla çok daha az yol gidersiniz.Bende bir araba gibi, enerjimi en uygun seviyede tutmaya çalışıyorum.Kendim için uygun devirde gidiyorum.Zaman ilerliyor, hızımın arttığını "içerdeki ben" bir polis edasıyla söyleniyor.O an ne kadar hızlandığımı farkediyorum. Ve enerjimin tükendiğini...
Hava yavaş yavaş kararmaya başlıyor.Çevrede gözüme kestirdiğim en büyük ağacın altında konaklamaya karar veriyorum.Yorgunluk öylesine şiddetli ki açık tutmaya çalıştığım göz kapaklarım düşüyor yavaşça.Gücümün son noktasında gibiyim.
Derin bir kurt uluması duyuyorum aniden.Korku düşüyor içime.Enerjim tekrardan geri gelmiş gibi bakıyorum etrafıma.Gece, kör edecek derecede karanlık, hiç bir şeyi tam seçemiyorum.Korku ,öylesine hakim olmalı ki, hareket alanım daralmış gibi ayrılmak istesemde, uzaklaşamıyorum buradan.Gözüme kestirdiğim bir sopa duruyor karşımda hemen eğilip alıyorum.Bu sırada gözlerimle etrafı tarıyorum.Kurt ulumaları artıyor.Seslerde her geçen dakika şiddetini arttırıyor.
Tam karşımda bir kurt duruyor.Sopaya sıkı sıkı sarılıyorum.Atağa geçmek niyetinde değilim.Savunma pozisyonunda gardımı alıyorum.Bir derin korku olsa da içimde belli etmemeye çalışıyorum.Kurt bir adım bana yaklaşıyor ve duruyor.O da benim kadar tedbirli hareket ediyor.Bir müddet bakışmalar sürüyor.Ardından kurt, kafasını kaldırıp ulumaya başlıyor.Ardından tekrar bakışmaya başlıyoruz.Kurt dişlerini gösteriyor.Bende aynı hareketle dişlerimi sıkıca gösteriyorum.Belki pes edip kaçar diye düşünüyorum,restine rest!
Bir kaç dakika sonra, kurtun arkasındaki karanlıktan, bir hareketlenme sesleri geliyor.Dikkat kesilmiş halde bekliyorum.Korku, yerini umut hissine bırakıyor ilk başta.Görüş alanıma giriyorlar yavaşça...Yaklaşık on iki kurt daha, perdenin arkasından çıkar gibi karanlığın arkasından çıkıyorlar.İşte şuanda korku tavan yapmış halde.Zaten hareketlerimde bir yavaşlama olduğunu sezinliyorum.Bu kadar kurt sürüsüne karşı baş edebilir miyim?
Hepsi bana dikkat kesilmiş halde bakıyorlar.Ve tabi bende onların her birini dikkatlice süzüyorum.Sopayı sıkmaktan, ellerim de ağırmaya başlamış durumda.En öndeki kurt atağa geçiyor hemen ardından bir koyun sürüsü gibi bütün kurtlar saldırıya geçiyorlar.Elimdeki sopayı ilk gelen kurt un kafasına geçiriyorum ve kurt sendeleyerek yana savruluyor. Hemen ardından gelen, azını açmış kurtun, azından içeri sopayı sokuyorum. Hayvan, azında sopayla geri geri kaçmaya başlıyor.Diğer gelenlere karşı savunmasızca ayağımı savuruyorum.Bir kurt ayağımı yakalıyor.Bir diğeri elimi dişlerinin arasına geçirmiş halde.Ve bir diğeri boynuma doğru hareket yapıyor...
Gözlerim açılıyor bir anda.Hemen ardından, hiç beklemeden, sırt üstü uzanmış vaziyetten, doğruluyorum.Bir gözüm güneş ışınlarını kesiyor.Diğer gözüm, ağacın yaprakları sayesinde gölgede kalmış halde.Beynimin içinde, kısa süreli bir sinyal alışverişi sonrasında yaşadığımın bir gerçek değil,gördüğüm bir rüya olduğunu kabul ediyorum.Sabah olmuş.Ayaklarım, ellerim ve boynum sivri ısırığı kaynıyor.Bu beyin ne kadar garip çalışıyor.Öyle değil mi? Sivri ısırığını, rüyamda kurt ısırığına çevirdi.Gülümsüyorum...
Varış için seçtiğim nokta çok yakın bir an önce gitmek istiyorum.Ama ondan önce ağaç altında,hafif serin esen rüzgarla birlikte kahvaltı yapasım var.Genelde kabul edilen üç öğün yemek zamanı vardır:sabah,öğle ve akşam.Ben en çok kahvaltı yapmayı seviyorum.Hele böylesi güzel bir ortamda, aheste aheste kahvaltımı yapıyorum.Şuan o kadar güzel ki burda bir gün daha geçirebilirim.İçerdeki ben müdahale ediyor:" Ya aradığın kayıp şehir ne olacak!"O anda irkiliyorum.Etrafı toplayıp hemen yoluma kaldığım yerden devam ediyorum.
Sabahın erken saatlerinde yolda olmak gibisi yok.Yürümeye devam ediyorum.On dakikalık bir yürüyüşün ardından tiz sesli bir kurt uluması duyuyorum.Dün gece rüyamda olan korkuya teslim oluyorum bir an.
Önce karanlık sonra beyaz bir parıltı oluşuyor.Bir arabanın içindeyim.Direksiyonda yüzü maskeli biri duruyor ben hemen yan koltuğunda oturuyorum.Arka koltukta iki kişi daha var ve onların yüzleride maskeli.Bir an kendi yüzüme dokunuyorum benimde bir maskem var...
Siren sesleri duyuyorum.Arkamızda bir polis arabası var.Dördümüzde de endişe hakim.Yüzlerde maske olduğu için yüzlerden değil davranışlarımızdan anımsıyabiliyorum.Arkadan ateş açılıyor.Kurşunlar her geçen dakika sıklaşıyor.Biz kaçıyoruz, polisler kovalıyor.Lastiğe tam isabetli bir atış yiyoruz.Bir "bummm" sesi geliyor.Sesle birlikte içinde bulunduğumuz araba takla atıyor.Dört kaçak ters dönen arabanın camlarını kırıp içinden çıkıyoruz.Yayan olarak kaçmaya devam ediyoruz.Polisin biri ,megafondan bağırıyor "teslim olun,yoksa ateş açacağız"diye.Kaçış ve kovalamaca devam ederken dört kafadar azalmaya başlıyoruz sırayla.En son arkamı döndüğüm zaman 3 arkadaşın yerde uzandığını görüyorum.Ellerimi havaya kaldırıyorum yavaşça, tek suçlu kalkmak daha da çok korkutuyor beni.O anda bir kurşun görüyorum yavaş çekimle geliyor üzerime doğru.Kıpırdamadan bekliyorum.Hedef alnımın ortası...Karanlık...
Ne kadar sık hayal görmeye başladığımı henüz farkedemiyorum.Korku içime işlemiş resmen.Bir kurt görüş alanıma giriyor.Hemen en yakındaki sopaya sarılıyorum.Ama o da ne! yavru bir kurt.Yolunu kaybetmiş olmalı.Çok yorgun ve çelimsiz duruyor.Hemen bir parça ekmek ve su veriyorum.Ufaklık kendine geliyor yavaşça.Bir yol arkadaşım olabilirdi. Ama bir annesi olduğunu düşününce yanımda gelmesin diye kovalıyorum.İnsansız değilim elbette, bir miktar ekmek bırakıyorum.Giderken sesleniyorum "Hoşçakal ufaklık".
Nihayet varmak istediğim noktaya, dağın yamacına ulaştım.Dağın hemen ardından uzanan çok dik bir yol olduğunu farkediyorum.Dağın yamacından bakınca geniş, düzlük bir ova ve kalabalık bir şehir görüyorum.Hızlı adımlarla dağın yamacındaki dik yolun üzerinden şehre doğru hareket ediyorum.Bir yanım heyecanı yaşarken, diğer yanım bende olan bir duyguyu ortaya çıkarıyor;Yükseklik korkusunu...
4.Bölüm Sonu
17 Temmuz 2012 Salı
HiD'in Blogunu izleyen ülkeler...
Ülkelere Göre Sayfa Görünümleri
|
13 Temmuz 2012 Cuma
Kayıp Şehir (3)
3.Bölüm: Kararsızlar Şehrine Giriş
(HiD'den bir NoT:Bu yazı,bir "dizi hikaye" olması sebebiyle hiç okumayanlar 1. ve 2. bölümü ile hikayeye dahil olmalarını tavsiye ederim)
Yavaşça göz kapaklarım açılıyor.Gözümün gördüğü başka bir çift göz bana bakıyor.Hayır hayır bir değil, iki çift göz bana bakıyor.Sanırım üçüncü çift gözü de gördüm ve artarak çoğalıyorlar.Aklıma biyoloji dersinden kalan mitoz ve mayoz bölünmeler geliyor.Ne kadar da hızlı çoğalıyorlar öyle...Dört ,beş,en son altı çift göz bana, şaşkın halde bakıyorlar.
Bu arada kendimi sorgu odasında bir sandalyede hayal ediyorum.Simsiyah karanlık bir oda, başımda sallanan bir lamba ve karşımda duran bir adam,kızgın bir yüz ifadesiyle, bana soruyor "nerdesin?".Ardından sorular devam ediyor bir başkası tarafından "adın ne?" ve ardından bir başkası daha "buraya nasıl geldin?".Ne cevap vereceğimi bilemez haldeyim.Çünkü cevaplara dair, bir ipucu dahi yok belleğimde...
Karanlık gitgide açılarak altı çift göze teslim ediyor mekanı.Görüntünün ardından sesler de gelmeye başlıyor.İçlerinden biri "merhaba",sonra "iyi misin" dediğini önce dudaklarından okuyorum. Ardından kulaklarım, bu göz okumasının sağlamasını yapar gibi duyuyor söylenenleri.Gitgide daha iyi duyuyorum...
Doğrulmaya başladığım anda,aklım sorgu odasında sorulan soruların cevaplarını aramak için geçmişe dönmeye çalışıyor.En son hatırladığım "KARARSIZLAR ŞEHRİNE HOŞGELDİNİZ" yazısı.Peki ya sonrasında ne oldu?
Tam anlamıyla kendime geldim nihayet.Bir evde misafir olduğumu ve şehre girişimden sonra neler olduğunu; bir akşam yemeği masasında, bu altı çift gözlü aileden dinliyorum.Yorgunluk ve açlıktan bayılmışım.
Bu ailede bir gariplik hissediyorum.Aynı bu şehre doğru yola çıkarken hissettiğim duygu gibi...Bir anne, bir baba ve iki tane ikizlerden oluşuyor.Sanki şehir ismi gibi kararsızlık kokuyor.Her ikiz, bir erkek ve bir kız.Sanki karar veremişler gibi...Aynı bu şehir gibi...
Bir gece daha misafir kalıyorum bu evde.Ertesi sabah yola çıkıyorum.Öncelikle kalabalık pazar yerini kestiriyor gözlerim.Uzun zaman yanlızlıktan sonra, kalabalığa hasret çeker gibi düşünmeden hareket ediyorum.Etraf çok kalabalık ;büyükler kıran kırana pazarlık peşinde,yaşlılar huysuz ve kavgacılar yine,çocuklar da bir koşturmacanın peşinde ve bebekler tüm masumiyetiyle, onlarda annelerinin kucaklarında.
Kalabalığı, bir su tanesi gibi boş bulduğum yerlere doğru, sıvışarak ilerliyorum.Bir süre sonra kulak misafiri oluyorum elma tezgahının başındaki bir pazarlığa.Neredeyse bu sıkı pazarlığa on dakikadır devam ediyorlar. En sonunda dayanamayıp müdahale ediyorum.İki tarafıda üzmeden , orta yolu olduğunu hesapladığım bir miktar üzerinden taraflara fiyatı sunuyorum.
Bir karartı siyah yapıyor etrafı ardından bir tiyatro perdesi açılıyor.Ve ben bir mahkeme salonunda buluyorum kendimi.Hakim "karar" diyip ayağa kaldırıyor bütün salonu.Üzerimde avukat kıyafeti ile suçluyu savunuyorum.Salonda derin bir sessizlik...Hakim zalimce yüzüme bakıyor,kararı açıklarken:"Suçlunun idamına ve avukatının da önce işkence edilip ardından idamına karar verilmiştir" diye karar açıklıyor.Şaşırmış haldeyim. Dünyanın hangi yerinde bir avukat savunduğu müvekkilinden dolayı daha zalimce ceza almış acaba?
Karar açıklanır açıklanmaz ,sinyallerin beynime gidişi ve beynimin karar alması ve sinyallerin söz olup dudaklarıma ulaşmasını hissediyorum.Bir anda hakime bağrıyorum:"itiraz ediyoruuuu..."
Cümlem yarım kalıyor.Bir videonun geri alınması gibi başa sarılıyor olaylar .Hakimin kararı açıklaması,bana bakışı,tiyatro salonunda etrafa bakışım ve perdenin kapanmasıyla ışıkların açılması...Tekrardan pazar yerindeyim.Her iki tarafta birbirlerini yemeyi bırakıp sözlerini benim üzerime savuruyorlar.Ben nerden bulaştım ki bu işe? Kızıyorum kendime...
Tam bu curcunanın içinde,gözüme bir parıltı, bir beyaz çarpıyor.O kadar saf ve temiz ki gözümü alamıyorum bu ışıltıdan...Bütün konuşmalar bitiyor.Sadece insanların mimiklerini anımsayabiliyorum.Hatta bu saf güzelliğe odaklanmış halde iken herkes buğulanmış halde.Ben, bir buz parçası gibi tutulmuş halde duruyorum.
Buz çözülmeye başlıyor.Beynime gidecek sinyaller yönünü şaşırmış gibi kalbime doğru hareket ediyor.Düşünemiyorum artık.Kalbim bütün bedenime darbe yapıp yönetimi ele geçirmiş gibi.kalbim emir veriyor ayaklarıma: koş!
Koşmaya başladığım anda yeni bir perde aralanıyor.Ben bir maraton koşucusuyum.Başlama çizgisinde yedi rakibimle birlikte hakemin işaretini bekliyoruz.Beklenen işaret geliyor.sekiz sporcu aynı anda koşmaya başlıyoruz. İlk yüz metre düz koşunun ardından ellişer metre arayla dizilmiş engellerin üzerinden atlayarak tüm tüm sınırları zorluyoruz.Seyircilerde inanılmaz bir çoşku ile beni destekliyorlar."Şampiyon HiD" diye tezahuratları duyuyorum.Önceki sene kırdığım dünya rekorunu yenileme gayretinde tüm gücümle koşuyorum.Son yüz metreye yarım metre farkla giriyorum.Çoşku tavan yapmış halde.Son on metre kala bir ayağım diğerine takıyor.Düşme noktasındayım artık.Son üç saniye sanki bir ömür gibi geçiyor yavaşça ağır ağır.Ellerim yavaşça yere doğru koruma pozisyonu almış halde.Perde kapanıyor ve ben tekrardan pazar yerinde gözlerimi açıyorum.
Artık sahiplenmişim gibi gördüğüm bu parıltıya "beyazım" diyorum içimden.Çok hızlı adımlarla ve insanların arasından öyle sıyrılarak geçiyor ki hayrete düşüyorum.Gözlerim ona kilitlenmiş halde, ayaklarım ise ona ulaşmaya çalışıyor.Köşeyi dönerken görüyorum en son halini.Tüm gücümle koşarken insanlara çarparak ilerliyorum.Arkamdan bana bağırışları ve hakaretleri duyuyorum, ama umursamıyorum.Tek düşündüğüm Beyazım'ı yakalamak.
Nihayet köşeye yaklaştım.Döndüğüm anda bir yol ayrımında buluyorum kendimi.Bu şehirde her zaman olduğu gibi iki seçenek,iki yol sunuyor bana.Bu sefer düşünmeden bir yola giriyorum.On dakika kadar koştuktan sonra bir yol ayrımında daha buluyorum kendimi.Bu sefer, kısa süreli tereddütün ardından, birini seçip koşmaya devam ediyorum.Beş dakika sonra bir yol ayrımı daha...
Ve yedinci yol ayrımını da düşünmeden seçtiğim bir yoldan tüm gücümle koşamaya devam ediyorum.Bir an duraksıyorum.Etrafıma bakındığım anda başladığım noktada olduğumu farkediyorum.Bir anda olduğum yerde duruyorum. Hayatımda kendimi bu kadar çaresiz hissettiğim bir an daha olmamıştı.Hızlı hızlı nefes alıp verirken kendimi sırtüstü yere bırakıyorum.Tepemde güneş,kalbimde çığlık, aklımda durgunluk ile içimdeki sessizliğe gömülüyorum.
3. Bölüm Sonu
12 Temmuz 2012 Perşembe
Günün sözü geliyor...
Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır.
Duygu ve düşüncelerinizi yorum kısmına yapabilirsiniz...
Not: Önceden sadece google+ üyeleri yorum yapabiliyordu... şimdi herkese açmış bulundum,yorum yapın diye... ;)
Duygu ve düşüncelerinizi yorum kısmına yapabilirsiniz...
Not: Önceden sadece google+ üyeleri yorum yapabiliyordu... şimdi herkese açmış bulundum,yorum yapın diye... ;)
6 Temmuz 2012 Cuma
Kayıp Şehir (2)
2. Bölüm : Bir Şehir Bir Karar.
Uzun zamandır yoldayım.Yürüdüm,yürüyorum,daha da yürüyeceğim gibi...Vücudum, ringde yere serilmiş bir boksör gibi dermansız kalmış halde.Ayaklarım da ise tarif edilemez bir hissizlik var. Sanki narkoz verilmiş gibi... Güneş ise hala gülümsüyor tüm neşesiyle,o kadar samimi ki, o samimiyeti ısıtıyor bütün bedenimi ve bedenim artık kaynama noktasına gelmiş vaziyette :) Bütün bu zorluklara rağmen içimdeki arayış beni durdurulamaz yapmış sanki.Yürüyorum ,yürüyorum...
Yoluma devam ederken, biraz kendimden bahsedeyim istiyorum müsadenizle: Bir zaman , bir göl kenarında suya baktığımda, suyun bana gösterdiği simayı betimleyeyim. Esmer mi derler ? bilmem ama, kara kaşlı kara gözlü (kahve rengiye de çalıyor azcık gözler dikkatli bakmak lazım tabii :) ve kara saçlı bir çocuğum(bazıları genç diyorlar). Küçükken sarışın olduğumu söylerdi annem. Bunun adı mutasyon değilse adını siz koyun.Ben bulamadım.İsmimi merak edenler olabilir.Ben de tam olarak bilemiyorum. Huysuz İnatçı Deli , Hayalci İnsancıl Doğru,Haylaz İyimser Duygulu gibi sıfat görünümlü üçlemeli isimlerim olarak, farklı söylemler dolaşıyor dillerde. Siz kısaca bana HiD diyebilirsiniz yorulmadan ;)
Ve nihayet bir şehir görüyorum.Kalabalık bir şehir..Acaba serap mı görüyorum yorgunluktan? Aklımın başında olup olmadığını anlamak için dilimi ısırıyorum.Birden beynimde bir şarkı çalıyor Göksel'den Acıyor acıyor...Sanırım dilimi fazla ısırmışım .Neyse ki bir rüyada değilim. Sevinç ve acı iç içe birbirini kucalıklıyor.
Biraz daha yürüdükten sonra, eksi bir tabela 2 seçenek sunuyor bana.İki yön var.İki seçenek de aynı yere varıyor: "Şehr-i Karar" .Artık şehir çok yakın. Bir yol seçip, seyahatimin ilk durağı olan şehre varmama çok az kaldı.İçimde garip bir mutluluk rüzgarı esiyor ve serinletiyor beni...
Artık bir yolu seçmek üzereyim, ama hangisini? Önce sağ yoldan adım atarken, diğer yoldan gitmemekle neler kaybedebileceğim geçiyor aklımdan.Vazgeçip sol yola ilk adımımı atıyorum.Bu sefer ilk seçimimin ne kadar isabetli olabileceğini düşünüyorum.Ya ilk tercihim doğruysa?Aklım karışmış durumda.Böylesine basit bir seçimin neden bu kadar zorladığını da anlayabilmiş değilim.Şimdi iki yolun başında bir heykel gibi dikilmiş bekliyorum.
Zaman hızla ilerliyor... İki yolun başında bekleyeli bir saatten fazla oldu.Ayaklarım bir an önce gitmek istiyor.Aklım,ayaklarımın şartellerini kapatmış,bütün gücünü kesmiş gibi engel oluyor bu isteğe.Sonunda bir karar vermek yerine rüzgarın akışına bırakıyorum kendimi.Önce sağ yola sonra sol yola savrularak yola koyuluyorum.Rüzgar nasıl eserse ben o yöne gidiyorum.
Şehrin giriş tabelasını görüyorum.Büyük ve siyah yazı ile "KARASIZLAR ŞEHRİNE HOŞGELDİNİZ" yazıyor.Sanırım, şehrin büyüsü, hedefimi belirlememle birlikte etkisi altına almış beni.İçimdeki "ben" den biri bana sesleniyor "her şey yeni başlıyor".
2.Bölüm Sonu
Uzun zamandır yoldayım.Yürüdüm,yürüyorum,daha da yürüyeceğim gibi...Vücudum, ringde yere serilmiş bir boksör gibi dermansız kalmış halde.Ayaklarım da ise tarif edilemez bir hissizlik var. Sanki narkoz verilmiş gibi... Güneş ise hala gülümsüyor tüm neşesiyle,o kadar samimi ki, o samimiyeti ısıtıyor bütün bedenimi ve bedenim artık kaynama noktasına gelmiş vaziyette :) Bütün bu zorluklara rağmen içimdeki arayış beni durdurulamaz yapmış sanki.Yürüyorum ,yürüyorum...
Yoluma devam ederken, biraz kendimden bahsedeyim istiyorum müsadenizle: Bir zaman , bir göl kenarında suya baktığımda, suyun bana gösterdiği simayı betimleyeyim. Esmer mi derler ? bilmem ama, kara kaşlı kara gözlü (kahve rengiye de çalıyor azcık gözler dikkatli bakmak lazım tabii :) ve kara saçlı bir çocuğum(bazıları genç diyorlar). Küçükken sarışın olduğumu söylerdi annem. Bunun adı mutasyon değilse adını siz koyun.Ben bulamadım.İsmimi merak edenler olabilir.Ben de tam olarak bilemiyorum. Huysuz İnatçı Deli , Hayalci İnsancıl Doğru,Haylaz İyimser Duygulu gibi sıfat görünümlü üçlemeli isimlerim olarak, farklı söylemler dolaşıyor dillerde. Siz kısaca bana HiD diyebilirsiniz yorulmadan ;)
Ve nihayet bir şehir görüyorum.Kalabalık bir şehir..Acaba serap mı görüyorum yorgunluktan? Aklımın başında olup olmadığını anlamak için dilimi ısırıyorum.Birden beynimde bir şarkı çalıyor Göksel'den Acıyor acıyor...Sanırım dilimi fazla ısırmışım .Neyse ki bir rüyada değilim. Sevinç ve acı iç içe birbirini kucalıklıyor.
Biraz daha yürüdükten sonra, eksi bir tabela 2 seçenek sunuyor bana.İki yön var.İki seçenek de aynı yere varıyor: "Şehr-i Karar" .Artık şehir çok yakın. Bir yol seçip, seyahatimin ilk durağı olan şehre varmama çok az kaldı.İçimde garip bir mutluluk rüzgarı esiyor ve serinletiyor beni...
Artık bir yolu seçmek üzereyim, ama hangisini? Önce sağ yoldan adım atarken, diğer yoldan gitmemekle neler kaybedebileceğim geçiyor aklımdan.Vazgeçip sol yola ilk adımımı atıyorum.Bu sefer ilk seçimimin ne kadar isabetli olabileceğini düşünüyorum.Ya ilk tercihim doğruysa?Aklım karışmış durumda.Böylesine basit bir seçimin neden bu kadar zorladığını da anlayabilmiş değilim.Şimdi iki yolun başında bir heykel gibi dikilmiş bekliyorum.
Zaman hızla ilerliyor... İki yolun başında bekleyeli bir saatten fazla oldu.Ayaklarım bir an önce gitmek istiyor.Aklım,ayaklarımın şartellerini kapatmış,bütün gücünü kesmiş gibi engel oluyor bu isteğe.Sonunda bir karar vermek yerine rüzgarın akışına bırakıyorum kendimi.Önce sağ yola sonra sol yola savrularak yola koyuluyorum.Rüzgar nasıl eserse ben o yöne gidiyorum.
Şehrin giriş tabelasını görüyorum.Büyük ve siyah yazı ile "KARASIZLAR ŞEHRİNE HOŞGELDİNİZ" yazıyor.Sanırım, şehrin büyüsü, hedefimi belirlememle birlikte etkisi altına almış beni.İçimdeki "ben" den biri bana sesleniyor "her şey yeni başlıyor".
2.Bölüm Sonu
28 Haziran 2012 Perşembe
Kayıp Şehir (1)
1. Bölüm : Başlangıç
Hava çok sıcak,bunaltıcı,yıldırıcı...Yinede tatlı bir esinti vuruyor derinden derinden.Kimsecikler yok ortada, etraf sessiz, sakin.Sadece büyük mü büyük,heybetli mi heybetli yeşil bir dev duruyor karşımda.Binlerce eli,milyonlarca parmağı var. Ama insanlar bu yeşil devi gördükleri zaman , hissettikleri duygu korku yerine huzur oluyor.Çünkü onun adı Heybetli ağaç ;)
Aniden çıkan fırtına, bir anda huzur ortamı yerine bir panik havası doğuruyor benliğimde.Sanki kıyamet günü etrafa kaçışan,ne yapması gerektiğini bilemeyen,ne olduğuna anlam veremeyen ,şaşkın ve çaresiz insanlar gibi yaşıyorum bu duyguyu.Ve başladığı gibi diniyor fırtına ve benliğimi saran bu duygu kayboluyor hızlıca.
Fırtınanın etkisiyle "yeşil dev" den kopan bir yaprak süzülüyor gökyüzünde .Gözlerim dikkatlice izliyor bu anı.Her saniyesini ard arda fotoğraf çeker gibi yakalıyor kare kare.Elimi açıyorum yavaşça. Yaprak önceden planını yapmış gibi hedefini belirlediği yere varıyor... avcumun içine! Yaprak bir şeyler anlatıyor sanki bana. Başımı kaldırıyorum hafifçe, bir tabela ve ben duruyorum dört yol ağzında...
Dört yol ve bir seçim beni bekliyor artık .Bu sefer seçim hakkını yaprağa bırakıyorum.O gösteriyor yolu ve ben yola koyuluyorum.Düşüncelere dalıyorum varacağım şehirlerdeki farklı kültürler ve farklı insanlara dair. Ve hayalini kuruyorum aradığım "KAYIP ŞEHİR" in...
1. Bölüm Sonu
Hava çok sıcak,bunaltıcı,yıldırıcı...Yinede tatlı bir esinti vuruyor derinden derinden.Kimsecikler yok ortada, etraf sessiz, sakin.Sadece büyük mü büyük,heybetli mi heybetli yeşil bir dev duruyor karşımda.Binlerce eli,milyonlarca parmağı var. Ama insanlar bu yeşil devi gördükleri zaman , hissettikleri duygu korku yerine huzur oluyor.Çünkü onun adı Heybetli ağaç ;)
Aniden çıkan fırtına, bir anda huzur ortamı yerine bir panik havası doğuruyor benliğimde.Sanki kıyamet günü etrafa kaçışan,ne yapması gerektiğini bilemeyen,ne olduğuna anlam veremeyen ,şaşkın ve çaresiz insanlar gibi yaşıyorum bu duyguyu.Ve başladığı gibi diniyor fırtına ve benliğimi saran bu duygu kayboluyor hızlıca.
Fırtınanın etkisiyle "yeşil dev" den kopan bir yaprak süzülüyor gökyüzünde .Gözlerim dikkatlice izliyor bu anı.Her saniyesini ard arda fotoğraf çeker gibi yakalıyor kare kare.Elimi açıyorum yavaşça. Yaprak önceden planını yapmış gibi hedefini belirlediği yere varıyor... avcumun içine! Yaprak bir şeyler anlatıyor sanki bana. Başımı kaldırıyorum hafifçe, bir tabela ve ben duruyorum dört yol ağzında...
Dört yol ve bir seçim beni bekliyor artık .Bu sefer seçim hakkını yaprağa bırakıyorum.O gösteriyor yolu ve ben yola koyuluyorum.Düşüncelere dalıyorum varacağım şehirlerdeki farklı kültürler ve farklı insanlara dair. Ve hayalini kuruyorum aradığım "KAYIP ŞEHİR" in...
1. Bölüm Sonu
14 Haziran 2012 Perşembe
Ramazan yaklaşırken...
Tüm Arkadaşlarımla Ramazanın 4 Gününü Dolu Dolu Geçirmek İsterim... Aramıza katılmak isteyenler için:
Ortaokul \\
LiSe \\ hidder_007@hotmail.com yada
Üniversite // "google+(İsmim)" adresi üzeriden bana ulaşabilirsiniz...
İkariam //
Beni Tanıyan Herkes Davetlimdir. Organizasyonları düzenleme görevi bana ait olup fikirlerinizi bekliyorum :)
NOT: Yukarıda yazılı olan her birim için ayrı günler belirlenecektir...
Ortaokul \\
LiSe \\ hidder_007@hotmail.com yada
Üniversite // "google+(İsmim)" adresi üzeriden bana ulaşabilirsiniz...
İkariam //
Beni Tanıyan Herkes Davetlimdir. Organizasyonları düzenleme görevi bana ait olup fikirlerinizi bekliyorum :)
NOT: Yukarıda yazılı olan her birim için ayrı günler belirlenecektir...
2 Haziran 2012 Cumartesi
Matrix
Matrix izleyenleriniz bilir. Ajanlardan kaçan morpheus ve ekibinden biri farklı hisseder ve hissettirir... Adı Neo olan bu adam en sonunda kaçmak yerine dövüşmeyi seçer... Sanırım bende bu aralar böyle hissediyorum... Artık kaçış yok şimdi dövüş zamanı :)
faceye elveda diyeli baya oldu şimdi ki yeni adresim google+
online sosyal hayata tekrardan merhaba :)
faceye elveda diyeli baya oldu şimdi ki yeni adresim google+
online sosyal hayata tekrardan merhaba :)
1 Haziran 2012 Cuma
Who is HiD
Sıradan biri... (An ordinary person)
Yirmidördünde... (age is 24)
Tehlikeli bir hayal gücü var...hayaline girerseniz göreviniz tehlike... :) (He has a dangerous imagination...if you get in his dream your mission is danger)
Elektronik mühendis adayı ( He will be an elektrical engineer(i say that elektronic) in the future )
Türkiye vatandaşı (He is from Türkiye(Turkey))
böyle işte... (so on...)
Çevirilerindeki yardımlarından dolayı M.K. ya teşekkürlerimizi sunarız :)
Yirmidördünde... (age is 24)
Tehlikeli bir hayal gücü var...hayaline girerseniz göreviniz tehlike... :) (He has a dangerous imagination...if you get in his dream your mission is danger)
Elektronik mühendis adayı ( He will be an elektrical engineer(i say that elektronic) in the future )
Türkiye vatandaşı (He is from Türkiye(Turkey))
böyle işte... (so on...)
Çevirilerindeki yardımlarından dolayı M.K. ya teşekkürlerimizi sunarız :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)